"antalya" etiketiyle yazılan yazılar.

yazan Özlem Pehlivan

Efendiiim en klasik tatlılardan olup uzun uzun detaylandırmaya gerek yoktur bana kalırsa kabak tatlısını. Küçük yaşlardayken “ııııyyyyy!” şeklinde burun kıvırmaları, yaşlar kemale erdikçe “ooooooyyyyyy!” şeklinde yutkunmalara dönüştürdüğünden, boşa geçen, ziyan olan yıllara duyulan vicdan azabıyla dolu iç çekişlere gark eder bünyeyi.

“Kabağın da tatlısı mı olurmuş yaa, -hatta bir adım ileri götürüp- bir de üstüne tahin dökmüşler!” dediysen şayet; memleketim adına seni esefle kınıyorum, o halde “bizımla diyılsın!” 😛

 

Malzemeler:

2 kg.balkabağı

1 kg.toz şeker

4-5 adet karanfil

tahin

ceviz

kabak3

 

Hazırlanışı:

Temizlenmiş kabak almamışsanız, biraz zorlu bir işlem olan soyma kısmını halledip, çok iri ya da çok ince olmayacak şekilde dilimleyin. Yıkadıktan sonra yayvan bir tencereye ilk sırayı dizin, üstüne şekerin bir kısmını serpin, kalanları da aynı yöntemle yerleştirin. (Kabak-şeker-kabak-şeker şeklinde)

Zamanınız varsa ağzı kapalı olarak 1 gece bekletin, sabaha dek kendi suyunu bırakacaktır. Zamanınız yoksa 1/2 çay bardağı su ekleyerek hemen ocağa alabilirsiniz. Karanfilleri de ekleyin, yeterli kıvama gelene dek pişirin ki; bu da yaklaşık 30 veya 45 dakika demek. Bu aşamada sık sık çatalla kontrol edin, çatal rahatlıkla geçecek kadar yumuşadığında, erimesine izin vermeden ocaktan alın.

Bu aşamadan sonra servis tabağına alıp, tahin ve iri kırılmış ceviz eşliğinde servis yapabilirsiniz. Ancak ben mutlaka her seferinde fırınlıyorum ki; lezzet katmerleniyor, inanılmaz bir hale dönüşüyor.

kabak1

Şöyle ki; yumuşayan kabakları şerbetiyle birlikte fırına dayanıklı bir kaba aktarın. Her dilimin üzerine, çay kaşığının ucuyla olabildiğince minik tereyağ parçaları koyun ve önceden ısıtılmış fırında, üzeri renk değiştirecek ve şerbeti kıvama gelecek kadar kızartın.

Sonrası malum; yine tahin ve iri ceviz parçaları eşliğinde nam nam nammmm 😉

* Ilık ya da soğuk servis yapmak, şeker oranını arttırıp eksiltmek mümkün.

17 Ocak 2014
3.497 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Güzel ülkemin bir çok şehrinde yöresel farklılıklarla pişirilen geleneksel düğün, bayram, cenaze yemeği keşkek. Yapımı ve malzemeleri her ne kadar farklılıklar gösterse de, temel malzemesi buğday ve et.

Canım memleketim Antalya’da düğünlerin, özel günlerin olmazsa olmazıdır ve illa ki merasim şeklinde yapılır. Şöyle ki; bir gün önce ıslatılan buğday, düğün günü sabahtan odun ateşinde ve büyük kazanlar içinde kaynatılmaya başlanır. Kaynatılan buğday ve -kullanılacaksa şayet- etler o büyük kazanların içinde, büyük tokmaklar yardımıyla iyice eriyene dek dövülür. Son derece yorucu olan bu işin kurbanları köyün delikanlılarıdır, yoruldukça tokmağı bir diğerine devreder. Keşkek, macun kıvamına gelene dek imece usulü dövüle dövüle yapılır ki; hem buğdayın hem de delikanlıların canları çıkartılır 😀 Ne kadar uzun süre ve kuvvetle dövülürse, o kadar iyi olduğu söylenir. “Sakız gibi keşkek” kıvamına ulaşmış olanı en makbulüdür; etin buğdayla tamamen birleştiği, asla bulamaç gibi olmasına izin verilmeyen ama kaşıkla tabaktan çekince uzayan bir keşkek, bu tarifin tam karşılığıdır.

Yapım şekli nasıl yöreye göre değişiyorsa, üstüne hazırlanan sos da yine yapıldığı yere göre tereyağ, kırmızı biber, salça, soğan gibi malzemelerden oluşabilir. Genellikle kırmızı etle yapılsa da beyaz etle yapılanı da mevcut.

Benimkisi Antalya usulü; yanında et yemeğiyle servis edeceksem etsiz, değilse içinde kuzu eti kullanarak yapıyorum. Verdiğim tarife yapılabilecek ekleme-çıkarmalar ve kullanılacak malzeme ölçüsü tamamen damak tadınızla alakalı 😉

Malzemeler:

aşurelik buğday

su

tuz

tereyağ

 

keskek1

 

Hazırlanışı:

Buğdayı mümkünse bir gece önceden, değilse en az 3-4 saat sıcak suyla ıslatın. Bekletme süresi sonunda geniş bir tencerede, üzerini 4-5 parmak geçecek kadar suyla pişirmeye başlayın. Kaynadıktan sonra kısık ateşte suyunu tamamen çekip ezilene dek pişirin. Tahta kaşıkla vurarak, keşkek macun kıvamına ulaşana dek dövün. Tuzunu ekleyin, karıştırıp ocaktan alın.

Başka bir kapta erittiğiniz tereyağını üzerine gezdirin, servis yapın.

* Et kullanmak isterseniz; eti, buğdayla birlikte aynı anda, aynı tencerede haşlayabilir ya da her ikisini de ayrı ayrı haşladıktan sonra birleştirip dövme işlemine geçebilirsiniz.

** Pişirme aracı olarak düdüklü kullanabilir, dövme kısmında blenderdan yararlanabilirsiniz, daha az zaman harcar, daha az yorulursunuz ama lezzet illa ki farkeder, demedi demeyin.

*** En önemli lezzet sırrı; tereyağının bol kullanılması, elinizi korkak alıştırmayın 😉

10 Ocak 2014
5.871 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Tartışmasız en iyi rakı mezesidir. Velev ki; benim gibi taparcasına tahin düşkünü Antalya insanları için, “ister zengin ol ister fukara, en güzel mezedir hibeş rakıya!” 😀

Tok olsanız bile yedirir, ne kadar yediğinizi, doyup doymadığınızı asla bilemezsiniz. Yanında başka bir şeye ihtiyaç bırakmaz. -köpoğlu hariç tabii, o da varsa şayet, o masadan kalkılmaz-

Yapılışı çok zor değildir fakat; neyi ne kadar koyacağını bilmek, kararını ayarlayabilmek maharet ister. Ayarı tutmamışsa ağır olur, tuhaf olur, bir şeye benzemez, işinin ehli yapmışsa da tadından yenmez.

Hani mezedir dedik ama taze bir ekmekle akşam yemeği, gece atıştırması, kızarmış ekmekle sabah kahvaltısını -yine yanında hiçbirşey istemeden- paşalar gibi yaptırır.

Tabii ki asıl maharetini rakı içilirken gösterir, rakının acılığını siler, dönüştürür ve bana göre dünyanın en güzel mezelerinden biridir; yedikçe yediren, sevdikçe sevdirendir, candır, canımın içidir. 🙂

 

Malzemeler:

1 su bardağı tahin

2 tatlı kaşığı kimyon

1 tatlı kaşığı kırmızı toz biber veya pulbiber

3-4 diş sarımsak

2 limon suyu

1 kahve fincanı zeytinyağ

1 tatlı kaşığı tuz

 

Hazırlanışı:

Tahin bir kaba alınır. İçine koyulacak malzemeler sırayla ve mutlaka aralarında 1-2 dakikalık bekleme süreleri olacak şekilde eklenir.

Şöyle ki; tahine ilk olarak kimyonu ekleyin, karıştırın. 1-2 dakika bekledikten sonra kırmızı biberi ilave edin, karıştırın. Tekrar bekleyin ve ezilmiş sarımsağı ekleyin ve yine karıştırın.

Limon suyunu olabildiğince yavaş ve azar azar ekleyin, eklerken sürekli karıştırmaya devam edin. Limon önce küstürüp, sonra barıştırır tüm malzemeyi, o nedenle limonu ilk eklediğiniz an tahinin katılaşması, sertleşmesi doğal yapım sürecinin bir parçası, endişelenmeyin. 😉

Limonu ekleyip karıştırdıktan sonra kabınızı yana doğru eğik tutun, tahinin yağının üste çıkmasını bekleyin ve çıkan yağı bir kaşık yardımıyla alın.

Aslında bu işlemin aslı şöyledir; zaman varsa ve üşenilmezse, bir gün öncesinden tahin bir kaba koyulur, üzerinde biriken yağ kaşıkla alınır, dinlendikçe yenisi gelir, tekrar alınır, yağ tamamen süzüldükten sonra yapım aşamasına geçilir. Bu şekilde sadece orjinalini yazsam okunduğunda “ohoooo” deneceğini bildiğimden, hızlı yöntemi anlatıyorum zaten. 🙂

Tahinin yağını çıkarma işlemini hallettikten sonra, son aşamaya giriyoruz. Boza ya da hardal kıvamına yakın bir kıvam alana dek azar azar zeytinyağ ekleyin ve en son karıştırma turu öncesi tuz ilave edin, karıştırın, servis tabağınıza aktarın. Üzerine kalmışsa eğer zeytinyağı gezdirebilir ve göz zevkinize göre süsleyebilirsiniz.

* Tüm yapım boyunca mutlaka ve yalnızca tahta kaşık kullanın.

** Her aşamada mutlaka aynı yönde karıştırın ve tuzunu mutlaka en son ekleyin. Her iki kurala da uymazsanız tahin kesilir, kıvam tutmaz.

*** Tahinin yağını çıkartma işlemini atlamayın, tahinin yağının üzerinde yüzmediği hibeş makbuldür.

**** Tüm malzemeyi ekşi, sarımsak, acı severliğinizle orantılı arttırıp eksiltmek mümkün ancak, bu durumda çıkacak sonuçtan memnun kalmama ihtimali yüksek, risk almayın. 😉

29 Kasım 2013
7.057 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Çocukluğumun Antalya’sının, damağımda yer etmiş lezzetlerinin en güzellerinden cive. Mevsim yazsa, hemen her evde en sık pişen yöresel yemeklerin başında gelirdi. Hala öyle olan evler az da olsa vardır eminim ya da umarım.

Maalesef bir çok değerde olduğu gibi, yemek kültürü de hep kan kaybettiğinden, nesil yenilendikçe unutulmaya ve  yenilenen nesillere aktarılmadığından da, bilinmeyenler arasında yerini almaya başladı yavaştan.

Unutturmamak gerek diyerek, cive denince ilk akla gelen orjinal tarifi aktarayım istedim. Patlıcanlı, kabaklı çeşitleri de mevcut, onlar daha sonra 😉

 

Malzemeler:

1/2 çay bardağı zeytinyağ

2 orta boy soğan

10-15 diş sarımsak (dişlerin büyüklüğüne bağlı)

4-5 sivri biber

1 kg domates

1 kahve fincanı pirinç

1/2 demet taze nane

1/2 demet taze fesleğen

tuz

 

Hazırlanışı:

Küp doğranmış soğanı, zeytinyağıyla birlikte kavurmaya başlayın. Rengi döndüğü zaman ince doğranmış biberleri ekleyip, her ikisi de yumuşayana dek kavurmaya devam edin.

Minik doğranmış sarımsakları ekleyip bir kaç tur çevirdikten sonra, kabukları soyulmuş ve doğranmış domatesleri de ilave edin. 3-5 dakika domatesler suyunu bırakana kadar bekleyip, pirinç ve tuzu ekleyin. Kısık ateşte, kapağı kapalı olarak pirinçler pişene dek pişirin.

Ateşten aldıktan sonra ince doğranmış nane ve fesleğeni üzerine serpiştirin. Servis zamanına dek, kapalı olarak dinlendirin.

* Normalde oda sıcaklığında servis edilir ama sıcağa yakın ya da tamamen soğumuş durumda da tercih edilebilir.

** En büyük özelliği; hiç su eklemeden, sadece domatesin suyuyla pişmesi ve kıvamıdır. Çorba gibi fazla sulu ya da pilav gibi tüm suyunu çekmiş olmamalı. Olmaz ama olur da domateslerin suyu, pirinçlerin pişmesine yetmemişse çok az su eklenebilir. Ateşten aldıktan sonra, dinlenme zamanında da bir miktar su çekecektir aklınızda bulunsun.

Fotoğraftaki; aceleci sevgilimin beklemek istememesinden dolayı o dönemini doyasıya yaşayamamış bir tabak olup, dinlenme süresini atlamamanın, kıvamı daha iyi yakalayabilmek için şart olduğunun kanıtı. 🙂

14 Mayıs 2013
4.450 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Bu sabah yağmur var Antalya’daaaaa, hatta sadece sabah değil, devam ediyor halaaaa 🙂 Bilenler bilir, Antalya’nın bir sıcağı, bir de başlayınca durmak bilmeyen aralıksız yağmurları çok meşhurdur… Bugün yine öyle bir gün, daha doğrusu bu hafta hep kapalıydı zaten hava. En ilginci de, saati saatine uymaz şehrimin havasının, güvensizdir, oynaktır. Mesela bu sabah uyanıp ne giysek telaşıyla pencereden baktığımızda, düne göre rüzgarın hafiflediğini, bulutların yükseldiğini, hafiften de güneşin ışıklarını görünce, incelerden giyinip çıktık. Şimdi o havadan eser yok! Sanki başka bir şehre, başka bir iklime taşındık aynı gün içinde…

Yağmur herkese ne farklı şeyler hissettirir; birbirine yakın olan, teğet geçenler de yok değildir hani. Moralin bozuksa mesela, ağlamaktan utananlardansan, çok iyi sırdaştır, gizler gözyaşlarını… Aşıksan, yanyanaysan sevgilinle üstelik, iliklerine kadar ıslanmak umurunda bile olmaz, daha bir ıslanasın gelir, daha ve bir daha… Birini çooook kırdıysan, reddedilemeyeceğin en romantik sahnedir, affedilmek için sırılsıklam kapısına dayanırsan… Bir de buharlaşan camlara, kapılara en sevdiklerinin resmini çizme, içinden oklar çıkarttığın kalbin iki ucundan birine kendinin, diğerine onun ismini yazma günüdür… Ya da yüzünde oluşmasını engelleyemediğin tebessümle, çamurlu sularda zıplayışını hatırlayıp, çoktan uzaklarda kalan çocukluğunu anma, özleme, o günlere dönme isteğidir yağmur… Yorgun argın dışardan evine girdiğinde, sırılsıklam kıyafetlerini çıkarıp, pijamalarını, en sıcak tutan çoraplarını giyip, bir fincan sıcak çay ya da kahvenin keyfi de yine yağmurlu günlere hastır… Ahh hala evinde olan varsa, ne şanslıdır; benim her yağmurda ıslandığımda aklıma gelen ilk şeydir; çıtır çıtır yanan odun sobasının üstünde, kapağı açık olduğundan tüm evi saran, üstümden sular damlayarak kapıyı açtığım an yüzüme çarpan tarhana çorbasının kokusu… Ve en sevdiklerimdendir; battaniyenin altında dizlerimi kıvırmış, o sobanın sıcaklığı yüzümde, penceremin hemen dışındaki yağmurun sesi kulaklarımdayken, elimdeki kitabın satırları arasında kaybolmak, düşler ülkesinde bir masal kahramanı olmak…

Hüzün, mutluluk, bereket, huzur, gözyaşı, yalnızlık, özlem… Ne çok şey barındırır ve ne çok şey anımsatır, o halde yine, yeniden, her daim, bıkıp usanmadan ıslanmalıdır, hem de öyle böyle değil, iliklerine kadar 😉

*Eh bir de şarkılar, şiirler, filmler var tabii içinde yağmuru barındıran, unutmadım yani. Onların en iyilerinden, artık klasikleşmiş şahane müzikalin akıllara kazınan şarkısı; Singing in the Rain…

Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.

13 Şubat 2009
3.442 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Geçtiğimiz günlerde sevgilimle Adrasan’da haftasonu kaçamağı yaptık. Herkesin tatil anlayışı farklı tabi, en canlı örneklerini de gördük bir kez daha. Eğer betonlaşmış, kirlenmiş, gürültülü şehir hayatından yorulduysanız, yükselen binaların arkasında güneşi kaybedenlerdenseniz, bozulmamış güzellikler arıyorsanız, kuş seslerini, ateş böceklerini özlediyseniz, sakinlik, huzur ve sessizlik istiyorsanız, yemyeşil bir manzaraya ve yeşilin bittiği yerde başlayan denize karşı uyumak ve uyanmak istiyorsanız, omuzlarınızdaki tüm yükleri, kafanızdaki tüm sorunları, iş sıkıntılarınızı, sonrasında daha güçlü bir siz olarak taşıyabilmek için geçici bir süreliğine bırakıp, kendinizi mutlu etmek için birşeyler yapmak istiyorsanız; Adrasan’dan daha iyisini bulamayacağınızın garantisini verebilirim.

Adrasan ya da yeni ismiyle Çavuşköy, portakal ve nar bahçeleri arasında doğanın tüm cömertliğini sunduğu,  eski uygarlıkların günümüze uzanan kalıntılarıyla dopdolu bir yer. Torosların Akdenizle buluştuğu, zirveleri karlarla kaplı Beydağlarının yakınındaki Adrasan, 2 km.’lik kumsalıyla Antalya körfezinin batısındaki son liman. Tam bir balık cenneti, kıyıda olta sallayıp şansınızı deneyebileceğiniz gibi, kiralık teknelerle masmavi denize de açılabilirsiniz.

Biz Papirus Otel’de konakladık, çok güzel bir butik otel, tam bir aile işletmesi. Zamanımızın büyük bölümünü otelde geçirdik.

Çok güzel bir bahçeye sahip.

Sabahları hafif bir kahvaltı, akşamları lezzetli ev yemekleri var.

Hamaklara uzanıp dergilerimizi okumanın,

havuzunda yüzüp güneşlenmenin,

otelin ev sahiplerinden Balım’ın kendisiyle ilgilenmemiz için  tüm sevimliliğiyle engelleme çalışmalarına rağmen, çıplak ayaklarla bastığımız çimenlerin üzerinde, tavla ve dart oynamanın keyfine doyamadık.

Havası Antalya’nın boğucu sıcağına  göre mükemmel, akşamları hafiften üşüyüp üstünüze uzun birşeyler giyme ihtiyacı hissedebilirsiniz.

En keyifli bölümlerden birini neredeyse unutuyordum; öğle yemekleri… İlkinde seçimimizi denizin karşısına, ağaçların altına kurulmuş köşklerde gözleme, katmer, ayran ve üstüne bir demlik çaydan yana kullandık, tek kelimeyle mükemmeldi! Ertesi gün, ilerde denize karışan suda keyifle yüzen ördekleri izlerken, bugüne kadar yediklerimizin en iyisi olduğuna karar verdiğimiz sac kavurma yedik. Yolunuz düşerse, kesinlikle o eşsiz lezzetleri tatmanızı öneririm.

Nerededir ve nasıl gidilir diyenlere; Antalya’dan 95 km ve Kemer’den 55 km uzaklıkta olan Çavuşköy (Adrasan) Kumluca ilçesine bağlı.  Özel aracınızla Antalya’dan Kemer-Kumluca yönünde yaklaşık 80 Km ilerledikten sonra Adrasan (Çavuşköy) tabelasından sola dönerek 15 Km’lik bir yolla ulaşabileceğiniz gibi, Antalya Otogarı İlçeler  terminalinden Adrasan Tur otobüsleriyle de rahatlıkla gidebilirsiniz. İyi tatiller 😉

04 Ağustos 2008
4.215 görüntüleme
Sarı Çerçeve - Hediyelik Çerçeveli Posterler

Arama

Özlem Pehlivan

12 Ocak doğumlu, sevimli bir oğlak burcu kadını...

Okumayı çok seviyor. Günde 50-100 sayfa okumadan rahat edemiyor. Başucunda en az 3-4 kitap var. Okumayı sevdiği kadar yazmayı da seviyor, değer verdiği ve yüzünü güldürebilen herkese sürekli yazıyor...

Facebook Sayfası

Rastgele Yazılar

Arşiv

tr_TRTurkish