Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır. Sen kendini paralarken o, her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan, “Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?” diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin… İki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz. Sen, “Ama senin için şunu yaptım!” derken o, “Şunu yapmadın!” diye cevap verecektir. Ve ne söylesen, karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın. Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. “Peki o ne yaptı?” deme. Herkes, kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken, o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu.
Bir insan eksik yaşıyorsa ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa, sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin! Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın. Her zamanki gibi yaşayacaksın sen; “Acılara tutunarak” yaşamayı öğreneli çok oldu! Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil! Sen, mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki… Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor. Kitap okurken de mutlu oluyorsun, unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip, yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana. Yine içeceksin rakını, balığın yanında. Üstelik, dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası!… Sen, yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir! Yürek sesi ne, bilmeyenler ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte! Sen, yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler! Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini…
Nazım HİKMET
Karşımdasın işte…
Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni.
Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim!
Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim…
Tıkandığım o an,
Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte,
Aklımdan o kadar çok şey geçti ki; takip edemedim…
Ellerim boşlukta, ben darda kaldım!
Ellerim buz gibi, ben harda kaldım!
Bir senfoni vardı kulağımda çalınan,
Bitti artık hepsi…
Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme…
Bakış açım belli oldu yine;
Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.
Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.
Dağlara çarptım her esişimde!
Yollara küfrettim her gidişinde!
Demiştim sana hatırlarsan;
Önemli olan zamana bırakmak değil,
Zamanla bırakmamaktır…
Şimdi bana, geçen o zamanın
Unutulmaz sancısı kalır…
Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?
Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim…
Nazım HİKMET
Çekilmez bir adam oldum yine
Uykusuz, aksi, lanet
Bir bakıyorsun ki ana avrat söver gibi
Azgın bir hayvan döver gibi
O gün çalışıyorum
Sonra bir de bakıyorsun ki
Ağzımda sönük bir cigara gibi tembel bir türkü
Sabahtan akşama kadar sırtüstü yatıyorum ertesi gün
Ve beni çileden çıkarıyor büsbütün
Kendime karşı duyduğum nefret ve merhamet
Çekilmez bir adam oldum yine
Uykusuz, aksi, lanet
Yine her seferki gibi haksızım
Sebep yok olması da imkansız
Bu yaptığım iş ayıp, rezalet
Fakat elimde değil
Seni kıskanıyorum…
Nazım HİKMET
Beklentisi yüksek insanlar beni hep korkutmuştur. Bu korku onlara hem hayranlık duymayı, hem de istediklerine sahip olamayacaklarını bilmenin getirdiği bir ürperti yaratır bende.
Yıllar önce tanıdığım bir arkadaşım vardı. Oldukça zeki, çalışkan, idealleri olan biriydi ama ne yazık ki; beklentileri çok yüksekti. Yıllar sonra karşılaştık. Üniversiteyi derece ile bitirmiş, master yapmış, yurtdışı bağlantılı çok büyük bir şirkette çalışıyor. Ama mutsuz; ona göre kimse kıymetini bilmiyor, hakettiği hayat bu değil, insanların küçük şeylerle mutlu olmasına anlam veremiyor! Onun için o kadar üzüldüm ki… Sordum; “Peki, seni ne mutlu eder?” diye; bir adada verdiği partide, elinde şampanyası ile konuklarını karşılamakmış, tabi o adanın kendine ait olması şartıyla! Mutlu olmasının şartına bakın!…
Çok üzülüyorum böyle insanlar için, o kınadığı Ayşe, Fatma Teyzeler gibi içtiği demli bir çayla mutluluğu ve huzuru ne yazık ki hiç bulamayacak olmalarına…
Sen, mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
İşin kolayına kaçmadan ama,
Gül yanaklı bebesini emziren, melek yüzlü anneciğin resmini değil,
Ne de ak örtüde elmaların,
Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolaşan kırmızı balığınkini…
Sen, mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
1961 yazı ortalarındaki Küba’nın resmini yapabilir misin?
Çok şükür, çok şükür bugünü de gördüm,
Ölsem gam yemem, gayrının resmini yapabilir misin üstad?
Nazım HİKMET
(Resim: Dianne Dengel)
Arama
Özlem Pehlivan
12 Ocak doğumlu, sevimli bir oğlak burcu kadını...
Okumayı çok seviyor. Günde 50-100 sayfa okumadan rahat edemiyor. Başucunda en az 3-4 kitap var. Okumayı sevdiği kadar yazmayı da seviyor, değer verdiği ve yüzünü güldürebilen herkese sürekli yazıyor...
Facebook Sayfası
Kategoriler
- Blog 89
- Boutique Cakes 36
- Recipes 135
- Atıştırma 68
- Balık 5
- Börek 12
- Çorba 2
- Et & Tavuk 20
- Hamur İşi 25
- İçecek 1
- Kahvaltı 27
- Kek & Kurabiye 17
- Kısa Kısa & Püf 1
- Makarna & Pilav 9
- Reçel & Turşu & Zeytin & Sos 10
- Salata & Meze 20
- Sebze 19
- Tatlı 25
- Yöresel & Dönemsel 12
- Zeytinyağlı 10