Yazmayan kalemleri,
Sayfası bitmiş defterleri,
Kulpu kırık fincanları,
‘Zayıflayınca giyerim’ kotunu,
Son 1 yıldır giymediğiniz kıyafetleri,
Arka balkona tıkıştırdığınız, “bir gün yüzünü yenilerim, pırıl pırıl olur” dediğiniz o sandalyeyi,
Dibi kararmış tencereyi,
Taşındığınız hangi evden kaldığı, hangi kapıyı açtığı artık meçhul olan o anahtarları,
Sırf genç ve güzel çıkmışsınız diye yanınızda o hiç sevmediğiniz tiple poz verdiğiniz fotoğrafı,
Çekmecenin dibindeki müzik kasetlerini (kaset mi kaldı allah aşkına!)
ATIN!
Ohh bir ferahlayın bakalım. Tamam mı?
Şimdi ihtimalleri atın.
‘Olacaktı, son anda olmadı’ları atın, olmamış işte!
Takılıp kaldığınız o günü,
Düşünüp durduğunuz o lafı,
ATIN!
Küstüğünüz için uzun zamandır görmediklerinizin aklınızda kalan son görüntüsünü,
Alındıklarınızın, gücendiklerinizin hiç umurunda olmayan o ‘olayı’
ATIN!
O hiç beceremediğiniz yemeğin tarifini,
Kestiğiniz eski gazete küpürünü,
İçinizi kemiren o ukteyi
ATIN!
Zamanı gelince yiyeceğiniz soğuk intikam yemeğini,
Buzdolabının üzerindeki diyet listesini (faturaların altında duruyor)
Depodaki koşu bandını
ATIN!
Cevabı olmayan soruları,
Kaçırdığınız fırsatları,
Atıldığınız işleri,
Beceremediğiniz ilişkileri,
Kişisel gelişim kitaplarını
ATIN!
Arkanızdan konuşanları,
Önünüzü kapayanları,
Alamadığınız terfiyi,
Oturamadığınız evi,
‘Şimdiki aklım olsa’ları,
Aldığınız en kötü karneyi,
Hatta en iyi karneyi,
Çalışmayan saatleri,
İşe yaramayan fikirleri,
Kaçan trenleri,
Zamansız yaşlandıran dertleri,
‘O gün’ olanları,
Halının altına süpürdüklerinizi,
Dolabın dibine iteklediklerinizi
ATIN!
Atın artık, atın ki yenilere yer açılsın!
Şimdi hemen, yeniden, temiz, hafif ve sakin başlayın!
Bakın, daha şimdiden ne de güzel güneş çıktı 😉
Dün Cumartesi olunca malum, birazcık erken çıkıyorum işten. Sürekli “Hadi çık artık, hiçbir yere uğramadan eve gel!” şeklindeki aralıksız sevgili tacizleri sonucunda, neler olduğuna anlam veremeden uçar gibi eve gittim. Kapıyı açtığımda hayatımın en özel anlarından biri karşıladı beni, kusursuz hazırlanmış bir sürprizin sonunda yaşamın belki de en önemli cümlelerinden biri vardı; “BENİMLE EVLENİR MİSİN?” 🙂 🙂
Tüm ifadelerin karmakarışık durduğu suratımla bakınırken şaşkın şaşkın, neden sonra sevgilim geldi aklıma, başımı çevirdiğimde arkamda durup sürprizini, beni sessizce izleyen adama, sevdiğim o koca yürekli kocaman adama hem gülüp, hem ağlayarak sımsıkı sarılıp verdim yanıtımı; “EVET, EVET, EVET, SONSUZA KADAR, SONSUZLUK KADAR EVET!!!”
Bu sevgililer günü daha bir sevgiliyim yani sizin anlayacağınız, daha bir güzelim, daha bir kadın, daha bir sevdiği adama ait olan… Çok güzel birşey bu, sen çok güzelsin, ben çok güzelim, güzel olmak yetmez, muhteşemiz 🙂 Sağolasın sevgili, çok çok çok yaşa e mi 🙂 🙂 🙂
***Yaza düğün vaaaaaaaarrrr 😉 🙂
Doğduğum gün, bugün 🙂 Dün akşamdan başladı canım sevgilim kutlamalara, üstelik de neredeyse yurt genelinde 🙂
Akşam iş çıkışı kandırdı beni önce, gelip aldı beni ofisten, “İşle ilgili birşeyler almam lazım, alışveriş merkezine gitmemiz gerek” diye. Atladık arabamıza gittik, doğruca saat mağazasına götürdü beni, “Seç bakalım!” dedi kocaman gülümseyerek delim benim 🙂 Çok şaşırdım! Çok beğendiğim, favorilerime kaydettiğim bir saat vardı arada bir açıp baktığım, onu aldı bana 🙂 Evimize geldik, yemeğimizi yedik, bulaşıktı, ortalık toplamaydı, ertesi günün yemeğini hazırlamaktı derken, zaman gece yarısını vurmadan biraz önceydi, güzel demlenmiş çayımızı yudumlayarak yorgunluğumuzu atma keyfini yaşamamız…
Televizyonun karşısında, sıcaklığın tam da üstüne denk geldiği koltuğa uzanmış, hafiften de mayışmışkendi; odanın kapısının açılıp, ellerinde mumları yakılmış bir pasta eşliğinde iki büyük aşkımın ve canım arkadaşlarımın odaya dolmaları 🙂
Kocaman yürekli benim bütün sevdiklerim, herşey için hepinize teşekkür ederim 😉 En çok da, tüm bunları beni mutlu etmek adına planlayan canım sevgilime; ben, zaten çok çok çok mutluyum, hayatımın en güzel zamanlarını yaşıyorum ve tüm bunlar için yanımda olman, varolman yetiyor bana ama yine de bunca emek, bunca çaba için sonsuz teşekkürler bitanem…
Nice böyle huzurlu, mutlu yıllara,
Seni çok seviyorum ey sevgili 😉
*Kutlamalar hala devam ediyor, face den, forumdan (www.akdenizliyiz.com) yazan tüm canlara selam olsun!
Sevgilimin kutlama mesajındaki meleğe bayıldım, e bu konuya da o resim yakışırdı doğrusu diye yazıma ekleyiverdim 😉
Yağmur, neden hep hüzündür? En mutlu gününde de olsan, en mutlu sabaha da uyansan, yağmur varsa; hüzün kokar her yerin… Dalıp dalıp gidersin uzaklara, tüm yaşanmışlıklar ve yaşanamayanlar geçit törenindedirler yine, birinin ardından hemen bir diğeri gösterir kendini, yüzleri sana dönük ve sen en öndeki yerinden izlersin, yüzünde adını koyamadığın ifadenle…
Pencerene resim çizersin, yapacak başka hiç bir şey kalmamış, bulamamışsın gibi… Yağmurlar dinip, camdaki buharlar gittiğinde, yitip gideceğini bilirsin çizdiklerinin, her yeni buharda, kaybolanların yeniden sana, pencerene döneceğini bildiğin gibi…
Ağlarsın, neye olduğunu bile bilmeden, sebepsizce… Söyleyecek söz bulamaz, içinden geçen eskimiş kelimelerinin yerine bedenini, ruhunu avutacak yeni kelimeler düşlersin…
“Yağmur bitse…” dersin, “Yeniden güneş açsa tüm pencerelerimde… Kelimelerim birikse, bir rüzgar esse, dağıtsa hüzün bulutlarımı şöööyle, özlediklerimi getirse…”
Yüreğinin hüznü, yağmurun getirdiklerinden ağırdır hep ama umutsuzca güneşin açmasını beklemek kadar sancılı değildir hiçbir zaman, bilirsin… Bilirsin aslında senin güneşinin sana bağlı olduğunu, ancak sen istediğinde doğacağını, sadece senin iklimine yükseleceğini ama güneşe yüklenmek daha kolay gelir, bildiklerini kendine itiraf etmekten, kendi kendine sarılıp, hüznünü teselli etmekten… Sen görmek, sen bilmek istemezsin, çünkü; yağmuru, içten içe damlalarını sızdırmayı seversin, hüznü seversin…
Audio clip: Adobe Flash Player (version 9 or above) is required to play this audio clip. Download the latest version here. You also need to have JavaScript enabled in your browser.
Aç pencerelerini nefes al; toprağın, hayatın kokusunu çek ciğerlerine, hüznü yağmura yükleme ya da hüzünlenmek için yağmuru bekleme 😉
Adı üstünde kişisel mutluluk bloğu ve ben mutluluk kaynağımın bana armağanı, şarkımızı eklemeyi unutmuşum siteme!
İlk tanıştığımız dönemlerde, İstanbul’da iş seyahatindeydim, “sadece sana” yazan bir müzik dosyası göndermişti sevgilim, Ferhat Göçer söylüyordu, albüm yeni çıkmıştı daha ve ben ilk kez dinliyordum. Sonrasında albümün tamamını ilk incelediğimde, “sadece sana” diye bir şarkısı yokmuş ki bu adamın, eski albümünde de yoktu, nereden buldu acaba diye arandığım ve tüm albümü dinlediğimde şarkının adının aslında “Gül ki” olduğunu öğrendiğimde, saflığıma saatlerce güldüğüm şu an gibi aklımda 🙂 Daha herşey çok yeni olduğundan utanmış ve öğrensen günlerce bana takılıp daha da utandıracağını bildiğimden söyleyememiştim sevgilime de, işte itirafımdır ve şimdi istediğin kadar gülebilirsin canım sevgilim 🙂
…gül ki sevgilim, gül ki gözlerin, solmasın sakın aşk çiçeğim. Gel biraz bana, gel biraz daha, arşa çıksın nağmelerim…
bu kez de benden “sadece sana” 😉
Audio clip: Adobe Flash Player (version 9 or above) is required to play this audio clip. Download the latest version here. You also need to have JavaScript enabled in your browser.
Bu sabah, yerini kimler almış,
Diye düşündüm kalktığımda,
Hiçbiri seni, hiçbiri beni,
Hiçbiri bizi anlamamış…
Bu sabah, telefonu hiç açmadım,
Çaldı durdu, aldırmadım,
Hiçbirşey seni, seni düşünmemi
Engellemez ben anladım,
Bu sabah…
Bu sabah, adını boş kağıtlara,
Yazdım astım duvarlara,
Ben bir tek seni, eski günleri
Özledim canım, anlasana…
Bu sabah, yatağın boş kısmını
Resimlerinle süsledim,
Gördün halimi, anla derdimi,
Ne olur dön, çok özledim,
Bu sabah…
Gül ki sevgilim, gül ki gözlerin
Solmasın sakın, aşk çiçeğim!
Gel biraz bana, gel biraz daha,
Arşa çıksın nağmelerim…
🙂 Seni Seviyorum 🙂
Sana mucizeler vaadedemem ama, mucize aratmayacak kadar çok sevebilirim seni…
Bir sevda masalı bu… Yazmaya henüz başlamadım… İnsan yaşarken yazamıyor bazı şeyleri, aynı kelimelerin arasında gidip geliyor…. Ne zaman yazmaya kalksam, hep aynı cümleler…
Onun için, yazmaya başlamadım daha… Ama bu bir masal…
Sana dair ilk cümlem -çok garip birşey bu, nesin sen, korkuyorum senden-di… O anki gülüşün hala aklımda… Anlayamayan, hoşuna gitmiş, kafası karışmış bir gülüş… -Garip değil, güzel diyelim- demiştin bana, sonra da küçük bir kıza masal okur gibi girdin hayatıma, masal tadında… Masalları severdim, severim, evet… Ama bunu sana söyleyemedim. Korkuyordum senden… Şimdiyse, seni kaybetmekten…
Konuşamıyordum, anlatamıyordum, dinleyemiyordum, dizginleyemiyordum duygularımı, içimde deli bir nehir gibi çağlayan aşkı tutamıyordum… Yapamadığım çok şey vardı… Ama sevdim seni… Sana mucizeler vaadetmedim… Ama sen, mucizenin ta kendisiydin… Ben de seni, mucize aratmayacak kadar sevdim…
Bir mucize arar gibiydin seni tanıdığımda… Gözlerin nereye baksa, aynı soruları soruyordu bana… “Gerçekten aşk var mı?” “Gerçekten sevebilir mi insan?” “Gerçekten bir masal yazılabilir mi bir yaşamdan?” Öyle çok kırılmıştık ki; korkuyordun, korkuyordum… Hayatım boyunca, yapmaktan korktuğum tek şeyi yaptım ve aşık oldum sana… Ama hiç pişman olmadım sonrasında, olmayacağım da…
Ve ben sana, mavi bir masal yazdım… İnanıp inanmayacağını düşünmeden masallara… Masalımı maviyle donattım. Bunlar mucize değildi, hayır… Sana mucize vaadetmedim… Ama seni, mucize aratmayacak kadar çok sevdim…
Sana dair anlatılacak o kadar çok şey var ki aslında… Dedim ya, yaşarken anlatamıyor insan… Ne zaman yazmaya kalksam, içimden geçen cümleler hep aynı yerde takılıp kalıyor… Ne zaman seni yazmak istesem, ne zaman sana yazmak istesem, kelimelerim düğümlü…
Artık senli zamanlarıma gün değil, günler diyebilmenin mutluluğu da eklendi senli mutluluklarıma… Seni tanıdığım için, seni sevdiğim için, benim olduğun için mutluydum zaten… Ve artık sana “seni çok sevdim” derken, çok geniş bir zamanı anlatıyor geçmiş zamanım… Ve şimdiki zamanım da, çok büyük bir sevdayı…
Bir sevda masalı bu…
Ama yazmaya henüz başlamadım…
Yazıldığında göreceksin, ne çok sevildin…
Yazıldığında göreceksin, ben seni ne çok sevdim…
Bir kıpırtıdır başlar önce içinde, ince bir su sızıntısı gibi, kaynağından. Yol aldıkça büyür, serpilir, çağlayan olur gün geçtikçe. Belki de bir denize dökülür kimse sahiplenmezse, sessizce. Belli olmaz bu akıntının ne getireceği, yoluna çıkanı boğar bazen, acımasız olur. Bakarsın kardelenler bitmiş yamacında, hayat verir hiç umulmadık bir anda.
Aşk derler adına, anlamsızca…
İki yürek değildir artık atan, bir olmuştur. Farklı olsa da mekan, aynı hayal içindir çırpınışlar. Günler geçmez olur, işlemez zaman. İki yürek birdir ya, dikeni battı mı içinde sürüklendiği hayatın birine, canı acır ötekinin, bilmem hangi şehrin hangi caddesinde. Hele mutluluk konduğu zaman yüzüne, anlam veremez diğeri, kendi dudaklarındaki istemsiz tebessüme. Bir şarkı mırıldanır sadece, sessizce.
Aşk derler adına, sebepsizce…
Hatırlamak değildir onu, bilakis yaşamaktır hayatı her anında onunla. Rüyalarda görmek değildir, rüyanın ta kendisi olmaktır, dönülmeyeceği bilinse de gerçek hayata. Onun gibi, onun için yaşamaktır, damlanın yaşadığı misal okyanusta. Köprü olmaktır amansız uçurumların üstünde, ayaklarının altına. O geçtikten sonra bırakıvermektir kendini boşluğa, fedakarca. Hem ne anlamı var ki bir damlanın okyanusta, anlamı olmadığı gibi köprünün, üzerinden geçeni olmayınca.
Aşk derler adına, pervasızca…
Adını kazımaktır onun, ağaçlara değil, gözbebeklerinin ta içine. Görebilirsin böylece ismini her gün, her gece, uykunda bile. Ya da yıldızlarına yazmaktır şu yaşlı kainatın, görürsün belki ismini her daim, varana kadar kıyamete. Katılırsın ışığa doğru uçuşan kelebeklere veya uçarsın yıldızlara doğru, ulaşmak için onun ismine. Ama kelebekler döner, döner ve can verirler nihayetinde, sonlarını bildikleri halde. Sen de biliyorsun sonunu, hazır mısın, katlanabilir misin çok sevsen bile?
Aşk derler adına, kabul edilmese bile…
Buzdağları gibi yaşarsın hayatı artık. Görünen kısmı değildir tamamı, fırtınalar kopuyordur içinde hiç kimse bilmese de. Saklarsın gözlerindeki yaşları geceler boyu, bir dehliz misali, yastığına düşse de. Lezzet vermez artık eski tatlar sana, bir sıkımlık canı kalmıştır hayatın, gözlerin göğe bakmaz artık, yolları ezberler, bir de bir türkü, ‘O’nun ismine.
Aşk derler adına, kabul edilmişçesine…
Arama
Özlem Pehlivan
12 Ocak doğumlu, sevimli bir oğlak burcu kadını...
Okumayı çok seviyor. Günde 50-100 sayfa okumadan rahat edemiyor. Başucunda en az 3-4 kitap var. Okumayı sevdiği kadar yazmayı da seviyor, değer verdiği ve yüzünü güldürebilen herkese sürekli yazıyor...
Facebook Sayfası
Kategoriler
- Blog 89
- Boutique Cakes 36
- Recipes 135
- Atıştırma 68
- Balık 5
- Börek 12
- Çorba 2
- Et & Tavuk 20
- Hamur İşi 25
- İçecek 1
- Kahvaltı 27
- Kek & Kurabiye 17
- Kısa Kısa & Püf 1
- Makarna & Pilav 9
- Reçel & Turşu & Zeytin & Sos 10
- Salata & Meze 20
- Sebze 19
- Tatlı 25
- Yöresel & Dönemsel 12
- Zeytinyağlı 10