Film izlemek yaşamın en büyük keyiflerinden biri bence. Haftanın her günü, üstelik de bazen günde bir taneyle yetinmeyen biri olunca, izlenebilecek film seçimi epey zorlaşıyor, çıtanız da bir o kadar yükseliyor. İngiliz The Times gazetesi E.T.’den Casablanca’ya kadar “en iyi finale sahip” 20 filmi seçmiş. Haberi gördüğümde seçilenlerin hepsinin de bende bir iz bıraktığını hatırlayıp (Blair Cadısı hariç!), izlemeyenlere hem tavsiye hem fikir olsun diye paylaşayım istedim…
20- Se7en (Yedi) 1995
Kutudaki kesik kafa gerçekten de insanı donduracak kadar dehşetli ve unutulmaz bir finaldi.
19- Blair Witch Project (Blair Cadısı) 1999
Heather’ın son video görüntüleri –ki filmin afişinde de kullanılan görüntü buydu- korkunun ve dehşetin gerçek yüzüydü. Bana göre film; finali hariç, izlenmese de olur hatta iyi olur diye sınıflandırdıklarımdan.
18- Memento (Akıl Defteri) 2000
Leonard’ın amnezyak bir şekilde intikam peşinde koşması, onu seri katile çevirmiştir. Ve bu eylemlerini sürekli tekrarlayarak hayatına devam edecektir. Finalde şaşırtıcı bir şekilde kendimizi ona ‘sempati’ duyar halde buluruz.
17- Planet of the Apes (Maymunlar Gezegeni) 1968
Meğerse orası bizim dünyamızmış ve bütün o felaketler bizim dünyamızda gerçekleşmiş. George Taylor (Charlton Heston) acı ve öfkeyle haykırır: “Sizi manyaklar! Mahvettiniz her şeyi! Lanet olsun! Allah hepinizin belasını versin.”
16- The Shawshank Redemption (Esaretin Bedeli) 1994
Umutsuzluğun ve haksızlığın en üst düzeye ulaştığı bir hayatın bile, bir Meksika plajında mutlu sona ulaşabileceğini düşünmek güzel bir final.
15- Gone with the Wind (Rüzgar Gibi Geçti) 1939
Scarlett O’Hara (Vivien Leigh) kocası Rhett Butler (Clark Gable) tarafından terk edilirken “Samimi olarak söylüyorum sevgilim, umurumda değil!” cümlesini duymuş da olsa yıkılmaz. Gözünden bir damla yaş akarken, “Onu geri getirmenin bir yolunu bulacağım. Yarın, yeni bir gündür…” diyecektir.
14- Doctor Strangelove (Doktor Strangelove) 1964
Vera Lynn’in ‘We’ll Meet Again’ şarkısı eşliğinde o patlamaları izlerken, Kubrick bize son darbesini indirir.
13- Les Diaboliques (Şeytan Ruhlu İnsanlar) 1955
Amerikan versiyonunu boşverin. Siyah-beyaz orijinal Fransız filminde, banyo küvetinden kalkan ve bu görüntü karşısında kadının kalp krizine geçirmesine neden olan o sahne, şeytani planın başarısının da ispatıdır.
12- The Wizard of Oz (Oz Büyücüsü) 1939
Uzaktaki diyarların dayanılmaz cazibesine karşın Dorothy, “Ev gibisi yoktur” diyecek ve kaderini böylece belirlemiş olacaktır.
.
11- Thelma&Louise (Thelma ve Louise) 1991
Susan Sarandon’ın gazı kökleyip arabayı uçuruma sürdüğü final sahnesinde, içimiz acır ama bir yandan da pişmanlık duymaksızın, muzaffer bir şekilde ölüme giden bu kızlara saygı duyarız.
10- The Sixth Sense (Altıncı His) 1999
Filmin anlamını veren sahne zaten finaliydi. Crowe kendisinin de bir hayalet olduğunu öğrenir ve biz seyircilere bu finalin yaratılmasındaki dehaya hayran olmaktan başka yapacak bir şey kalmaz.
9- Usual Suspects (Olağan Şüpheliler) 1995
Verbal Kint (Kevin Spacey) hikayenin büyük bölümünü kendisi uydurmuştur, o Keyser Söze’nin ta kendisidir. Ve sadece ‘çenesini ve aklını’ kullanarak serbest kalmayı bilmiştir.
8- The Italian Job (İtalyan İşi) 1969
Otobüsle kaçış iyi bir fikirdi, ta ki geçirdikleri kaza sonucunda kayaların ucuna savrulana kadar. Ve finali getiren o müthiş cümlede bir ipucu vardı: “Dayanın çocuklar, bir fikrim var…”
7- Some Like It Hot (Bazıları Sıcak Sever) 1959
Mükemmel bir komedi filmine, mükemmel bir final! Jack Lemmon peruğunu fırlatıp “Ben bir erkeğim!” diye haykırınca Osgood’un verdiği cevap sinema tarihine geçecektir: “Kimse mükemmel değildir!”
6- Breakfast at Tiffany’s (Tiffany’de Kahvaltı) 1961
Manhattan’da sağnak yağmur altında Audrey Hepburn’un Holly Golightly karakteri, umutsuzca kedisini aramaktadır çünkü; o kedi, kalbini aşka kapatmadığının bir simgesidir. Ancak kediyi bulabilirse George Peppard’in canlandırdığı fakir yazar Paul’le devam edebilecektir. En sonunda kedi bulunduğunda bütün gözler yaşlıdır ve kedinin öfkeli görüntüsü bu sahne içinde son derece komiktir…
5- Chinatown 1974
Özel dedektif Jake Gittes (Jack Nicholson) aradığı bütün cevapları öğrenmiştir ama Noah Cross’u (John Huston) durduracak gücü yoktur. Ölümcül sahnenin etrafında kalabalık birikirken ona geri dönmesi söylenir “Boşver Jake, burası Çin mahallesi…”
4- E.T. 1982
Final sahnesinde E.T. Elliott’ın alnına dokunur ve “Ben hep burada olacağım” mesajını verir. Duygusallığın doruk yaptığı bir finaldir.
3- Casablanca 1942
Bogart, hayatının aşkına sarıldığında birbirlerini bir daha görmeyeceklerini hem onlar hem de biz seyirciler iyi biliriz. Böyle sert bir adamın içinde, bu kadar yumuşak bir ruh olduğunu keşfetmek de bizi ayrıca yaralar.
2- Butch Cassidy ve Sundance Kid (Sonsuz Ölüm) 1969
“Bir an için başının belada olduğunu sandım” diyecektir Butch. Oysa fonda çalan müzik, yaklaşmakta olan felaketi haber vermektedir. Final sahnesinde görüntü, bu iki adamın üstünde donar. Perde beliren cesaret ve deliliğin mükemmel bir portresidir.
1- Carrie 1976
O felaketten sağ kalan birkaç kişiden biri olan Sue (Amy Irving), Carrie’nin taze mezarına gelir ve çiçek bırakır. Carrie’nin eli topraktan çıkar ve onu yakalar. Dehşet verici bir kabustur bu, Sue korkuyla uyanır. Ama bu kabus asla bitmeyecektir…
Luther Childs Crowell (ABD) çocukken kağıtlara çok düşkündü; komşularının onu sık sık saatlerce oturup kağıtları farklı biçimlerde katlayarak çeşitli biçim ve tasarımlar yaparken gördükleri söylenir. Ne var ki, ilk buluşunun kağtla hiçbir ilgisi yoktu.
1862 yılında “uçuş makinası” için patent almıştı. Yine de,
çocukluğundan beri tutkusu olan alana dönmesi çok sürmedi ve 1867′de bir kesekağıdının ağzını, doldururken açık tutacak, sonrada hava almayacak şekilde kapanmasını sağlayacak ince metal şeritlerin kullanımıyla ilgili patenleri aldı.
ABD’ndeki süpermarketlerde bugün hala kullanılan kare tabanlı kesekağıtlarının patentini ise beş yıl sonra aldı. Aslında kare tabanlı kesekağıtlarını ilk akıl eden kişi Crowell değildi, bu onur 1869 yılında, “dünyada okul çantası tabanlı kağıt torbayı” icat eden ve “kesekağıdının anası” olarak anılan Margaret Knight’a aittir.
Bunun farkında olduğu, Crowell’in patent başvurusunda dile getirdiği şu sözlerden anlaşılır: “Daha önce de içi doldurulduğunda dörtgen biçimini alan kesekağıtlarının yapıldığını biliyorum; ancak burada anlatılan yöntem, mevcutlarının içinde en basiti ve kullanışlı olanıdır.” Patent bürosu başvuruyu kabul etti ve biri yöntemi için, diğeri de uzun bir kağıt tüpünden seri üretimi amacıyla kullanılacak makinesi için olmak üzere, Crowell’e iki patent verdi.
On yıl sonra, baskıdan çıkan gazeteleri katlayan bir makina icat etti. Bunu ilk kullanan Boston Herald gazetesi oldu. Bundan iki yıl sonra, daha önce farkında olmadan onun patent haklarını çiğnemiş olan R. Hoe firmasında çalışmaya başladı. Crowell’in fikirlerinin potansiyelini farkeden firma, çiğnediği patent haklarından gelen telif haklarını ödemiş, matbaa ve gazete sektöründe yeni buluşlar yapması için onu işe almıştır.
Eski zamanlarda Hint İmparatoru, satranç oyununu yanında bir mektupla hediye olarak Pers İmparatoru’na gönderir. Oyunla ilgili hiçbir açıklama bulunmayan mektubunda şöyle bir mesaj yazar:
‘Kim daha çok düşünüyor, kim daha iyi biliyor, kim daha ileriyi görüyorsa o kazanır. İşte hayat budur…’
Pers İmparatoru, dönemin en bilgili veziri olan Buzur Mehir ile bu mesajı paylaşarak, ondan oyunu çözmesi ve karşılık olarak Hint İmparatoru’na hediye edilmek üzere başka bir oyun icat etmesini ister.
Vezir haftalarca çalıştıktan sonra gönderilen satrancın her taş hareketini ve oyunu çözer. Daha sonra da 10 günde tavlayı icat eder ve imparatora sunar.
Pers İmparatoru’nun başveziri Buzur Mehir tarafından 1400 yıl önce tasarlanan tavla oyunu, dünyanın en popüler oyunlarından biridir. Zaman kavramından alınan ilhamla tasarlanan oyunun, zamana böylesine direnmesi son derece etkileyici…
Tavlanın 1 tane olması senenin birliğini
4 köşesi, 4 mevsimi
İçindeki karşılıklı altışar hane, 12 ayı
Pulların toplamı, ayın 30 gününü
Siyah-beyaz pullar, gece ve gündüzü
Karşılıklı onikişer hane, günün 24 saatini simgeler…
Pers İmparatoru, Hint İmparatoru’na satranca karşılık olmak üzere tasarlanan tavlayı gönderirken şöyle bir mesaj ekler:
‘Evet, kim daha çok düşünüyor, kim daha çok biliyor, kim daha ileriyi görüyorsa o kazanır. Ama biraz da şans gerekir. İşte asıl hayat budur… ‘
Vaktiyle, binlerce yılanın yaşadığı bir mağaraya yanlışlıkla giren bir adam, yılanlar tarafından padişahları Şahmeran’a götürülür. Şahmeran adama canını bağışlayacağını ancak kendisini misafir etmek zorunda olduğunu söyler. Yerini bilen birini serbest bırakarak kendi hayatını tehlikeye atmak istememektedir.
Şahmeran ona çok iyi davranır. Adam bir dediği iki edilmeden bütün ihtiyaçları sağlanarak yaşamakta, günlerinin büyük bölümünü Şahmeran’la sohbet ederek geçirmektedir. Ne kadar rahat da olsa, gerçek dünyadan uzak bir mağarada süren bu hayattan sıkılan adam, bir gün yeryüzüne dönmek için Şahmeran’dan izin ister.
Şahmeran adama güveninin tam olduğunu, yerini kimseye söylemeyeceğine inandığını belirterek gitmesine izin verir. Ancak kendisini gördüğü için vücudunun pul pul olacağını, bu yüzden vücudunu kimseye göstermemesi gerektiğini de tembih eder.
Yeryüzünde normal hayatına dönen adam, Şahmeran’ı gördüğünü hiç kimseye söylemez. Bu arada padişahın kızı hasta olmuş, tedavisi için bütün ülke seferber edilmiştir. Kızın iyileşmesini en çok isteyenlerden biri de vezirdir. Gerçek amacı kızla evlenip, oğlu olmayan padişahın yerine ülke yönetimini ele geçirmek olan vezir, bütün büyücüleri toplayarak, bu hastalığa çare bulmalarını ister. Büyücülerden birisi, Şahmeran’ın bulunup öldürülmesi ve vücudundan alınacak bazı parçaların kaynatılıp içirilmesi durumunda kızın iyi olacağını söyler. Şahmeran’ı bulabilmek için de vücudu pullu kişilerin aranması gerektiğini ekler. Vezir ülkedeki herkesi zorunlu olarak hamama götürüp soydurarak, Şahmeran’ı gören kişiyi bulur.
Adam, Şahmeran’ı öldüreceğini vaat ederek mağaraya gider. Şahmeran’a bütün gerçekleri anlattıktan sonra, ne yapması gerektiğini sorar. Şahmeran: “Ölümümün senin elinden olacağını zaten biliyordum” diyerek kendisini öldürmesini, ancak bunun gizli tutulmasını ister. Çünkü öldüğü duyulursa, dünyadaki bütün yılanlar, insanlardan öç almaya kalkacaklardır.
Daha sonra: “Kuyruğumun suyunu kaynat ve vezire içir ki; kısa zamanda ölsün. Gövdemin suyunu kaynat ve kıza içir ki; iyileşsin. Kafamın suyunu kaynat ve iç ki; Lokman Hekim olasın” diye ekler. Adam biraz da buruk bir şekilde bunları dinler. Şahmeran yılanlara, adamın misafiri olarak gideceğini, çok uzun yıllar dönmeyeceğini, kendisini merak etmemelerini söyler ve yeryüzüne çıkarlar. Adam Şahmeran’m dediklerini yapar. Vezir ölür, kız iyileşir, kendisi de Lokman Hekim olur…
KAYNAK: Yrd.Doç.Dr. Refıye Şenesen
Zülfü Livaneli efsaneyi, hem senaryosunu yazarak hem de yöneterek film haline getirmişti…
Geçtiğimiz günlerde Cengiz Aytmatov’un hakka yürüdüğünü bilmeyenimiz yoktur. Hepimizin bilerek ya da bilmeyerek kalbine taht kuran bir yazardı Aytmatov. “Erken Gelen Turnalar, Fuji-Yama, Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek” pek çoğumuza bir anlam ifade etmez. Ne zaman ki “Selvi Boylum, Al yazmalım” denilse, hepimiz Asya ile İlyas’ın aşkını hatırlarız.
Kimbilir kaç kez seyretmiş, bütün sahnelerini ezberlemişizdir. Ama ne zaman bir yerlerde rastlasak bir kez daha izlemekten kendimizi alamayız. Türkan Şoray’ ın en güzel, Kadir İnanır’ ın en bıçkın, Ahmet Mekin’ in en usta yıllarına denk gelmiştir. Atıf Yılmaz’ın bu filmi Cengiz Aytmatov’un “Al Yazmalım, Selvi Boylum” romanından Ali Özgentürk tarafından, saat gibi işleyen bir senaryoyla sinemaya uyarlanmış, Türkiye’ nin en güzel yerlerinden Orta Toroslar’da çekilmiştir.
Cahit Berkay tarafından bestelenen enfes müziği ise; neredeyse oyuncularından rol çalacak derecede hafızalarda yer etmiştir. Filmin bütün unsurları tek başlarına iyidirler; bir araya geldiklerinde oluşturdukları bileşim ise mükemmeldir.
Sen…
Sevgi neydi?
Sevgi iyilikti, dostluktu,
Sevgi emekti…
Durursam bir daha kurtulamam.
Ziyanı yok gülüşü yeter bize.
Yüreğim kaydıysa günah mı?
Çamura saplansam yardıma gelir misin?
Elini tuttum sıcacıktı, yüreği elimdeymiş gibi.
Elinden tutuversem benimle gelir mi?
Seninim işte, alıp götürsene beni.
Elveda Asya, elveda selvi boylum al yazmalım elveda.
Bitmemiş türküm benim…
Günler geçiyor, yapraklar birer birer dökülüyor. Yenileri filizleniyor mu endişesi hepimizi sarıyor değil mi?
Arama
Özlem Pehlivan
12 Ocak doğumlu, sevimli bir oğlak burcu kadını...
Okumayı çok seviyor. Günde 50-100 sayfa okumadan rahat edemiyor. Başucunda en az 3-4 kitap var. Okumayı sevdiği kadar yazmayı da seviyor, değer verdiği ve yüzünü güldürebilen herkese sürekli yazıyor...
Facebook Sayfası
Kategoriler
- Blog 89
- Boutique Cakes 36
- Recipes 135
- Atıştırma 68
- Balık 5
- Börek 12
- Çorba 2
- Et & Tavuk 20
- Hamur İşi 25
- İçecek 1
- Kahvaltı 27
- Kek & Kurabiye 17
- Kısa Kısa & Püf 1
- Makarna & Pilav 9
- Reçel & Turşu & Zeytin & Sos 10
- Salata & Meze 20
- Sebze 19
- Tatlı 25
- Yöresel & Dönemsel 12
- Zeytinyağlı 10