Geçtiğimiz günlerde sevgilimle Adrasan’da haftasonu kaçamağı yaptık. Herkesin tatil anlayışı farklı tabi, en canlı örneklerini de gördük bir kez daha. Eğer betonlaşmış, kirlenmiş, gürültülü şehir hayatından yorulduysanız, yükselen binaların arkasında güneşi kaybedenlerdenseniz, bozulmamış güzellikler arıyorsanız, kuş seslerini, ateş böceklerini özlediyseniz, sakinlik, huzur ve sessizlik istiyorsanız, yemyeşil bir manzaraya ve yeşilin bittiği yerde başlayan denize karşı uyumak ve uyanmak istiyorsanız, omuzlarınızdaki tüm yükleri, kafanızdaki tüm sorunları, iş sıkıntılarınızı, sonrasında daha güçlü bir siz olarak taşıyabilmek için geçici bir süreliğine bırakıp, kendinizi mutlu etmek için birşeyler yapmak istiyorsanız; Adrasan’dan daha iyisini bulamayacağınızın garantisini verebilirim.
Adrasan ya da yeni ismiyle Çavuşköy, portakal ve nar bahçeleri arasında doğanın tüm cömertliğini sunduğu, eski uygarlıkların günümüze uzanan kalıntılarıyla dopdolu bir yer. Torosların Akdenizle buluştuğu, zirveleri karlarla kaplı Beydağlarının yakınındaki Adrasan, 2 km.’lik kumsalıyla Antalya körfezinin batısındaki son liman. Tam bir balık cenneti, kıyıda olta sallayıp şansınızı deneyebileceğiniz gibi, kiralık teknelerle masmavi denize de açılabilirsiniz.
Biz Papirus Otel’de konakladık, çok güzel bir butik otel, tam bir aile işletmesi. Zamanımızın büyük bölümünü otelde geçirdik.
Çok güzel bir bahçeye sahip.
Sabahları hafif bir kahvaltı, akşamları lezzetli ev yemekleri var.
Hamaklara uzanıp dergilerimizi okumanın,
havuzunda yüzüp güneşlenmenin,
otelin ev sahiplerinden Balım’ın kendisiyle ilgilenmemiz için tüm sevimliliğiyle engelleme çalışmalarına rağmen, çıplak ayaklarla bastığımız çimenlerin üzerinde, tavla ve dart oynamanın keyfine doyamadık.
Havası Antalya’nın boğucu sıcağına göre mükemmel, akşamları hafiften üşüyüp üstünüze uzun birşeyler giyme ihtiyacı hissedebilirsiniz.
En keyifli bölümlerden birini neredeyse unutuyordum; öğle yemekleri… İlkinde seçimimizi denizin karşısına, ağaçların altına kurulmuş köşklerde gözleme, katmer, ayran ve üstüne bir demlik çaydan yana kullandık, tek kelimeyle mükemmeldi! Ertesi gün, ilerde denize karışan suda keyifle yüzen ördekleri izlerken, bugüne kadar yediklerimizin en iyisi olduğuna karar verdiğimiz sac kavurma yedik. Yolunuz düşerse, kesinlikle o eşsiz lezzetleri tatmanızı öneririm.
Nerededir ve nasıl gidilir diyenlere; Antalya’dan 95 km ve Kemer’den 55 km uzaklıkta olan Çavuşköy (Adrasan) Kumluca ilçesine bağlı. Özel aracınızla Antalya’dan Kemer-Kumluca yönünde yaklaşık 80 Km ilerledikten sonra Adrasan (Çavuşköy) tabelasından sola dönerek 15 Km’lik bir yolla ulaşabileceğiniz gibi, Antalya Otogarı İlçeler terminalinden Adrasan Tur otobüsleriyle de rahatlıkla gidebilirsiniz. İyi tatiller 😉
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum,sen yoksun!
Sevmek kimi zaman rezilce korkudur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor
Eski zamanlarda bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum, sen yoksun!
Belki Haziran’da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy’de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışşın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor.
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin…
Attila İLHAN
Beklentisi yüksek insanlar beni hep korkutmuştur. Bu korku onlara hem hayranlık duymayı, hem de istediklerine sahip olamayacaklarını bilmenin getirdiği bir ürperti yaratır bende.
Yıllar önce tanıdığım bir arkadaşım vardı. Oldukça zeki, çalışkan, idealleri olan biriydi ama ne yazık ki; beklentileri çok yüksekti. Yıllar sonra karşılaştık. Üniversiteyi derece ile bitirmiş, master yapmış, yurtdışı bağlantılı çok büyük bir şirkette çalışıyor. Ama mutsuz; ona göre kimse kıymetini bilmiyor, hakettiği hayat bu değil, insanların küçük şeylerle mutlu olmasına anlam veremiyor! Onun için o kadar üzüldüm ki… Sordum; “Peki, seni ne mutlu eder?” diye; bir adada verdiği partide, elinde şampanyası ile konuklarını karşılamakmış, tabi o adanın kendine ait olması şartıyla! Mutlu olmasının şartına bakın!…
Çok üzülüyorum böyle insanlar için, o kınadığı Ayşe, Fatma Teyzeler gibi içtiği demli bir çayla mutluluğu ve huzuru ne yazık ki hiç bulamayacak olmalarına…
Sen, mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
İşin kolayına kaçmadan ama,
Gül yanaklı bebesini emziren, melek yüzlü anneciğin resmini değil,
Ne de ak örtüde elmaların,
Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolaşan kırmızı balığınkini…
Sen, mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
1961 yazı ortalarındaki Küba’nın resmini yapabilir misin?
Çok şükür, çok şükür bugünü de gördüm,
Ölsem gam yemem, gayrının resmini yapabilir misin üstad?
Nazım HİKMET
(Resim: Dianne Dengel)
Geçtiğimiz günlerde Cengiz Aytmatov’un hakka yürüdüğünü bilmeyenimiz yoktur. Hepimizin bilerek ya da bilmeyerek kalbine taht kuran bir yazardı Aytmatov. “Erken Gelen Turnalar, Fuji-Yama, Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek” pek çoğumuza bir anlam ifade etmez. Ne zaman ki “Selvi Boylum, Al yazmalım” denilse, hepimiz Asya ile İlyas’ın aşkını hatırlarız.
Kimbilir kaç kez seyretmiş, bütün sahnelerini ezberlemişizdir. Ama ne zaman bir yerlerde rastlasak bir kez daha izlemekten kendimizi alamayız. Türkan Şoray’ ın en güzel, Kadir İnanır’ ın en bıçkın, Ahmet Mekin’ in en usta yıllarına denk gelmiştir. Atıf Yılmaz’ın bu filmi Cengiz Aytmatov’un “Al Yazmalım, Selvi Boylum” romanından Ali Özgentürk tarafından, saat gibi işleyen bir senaryoyla sinemaya uyarlanmış, Türkiye’ nin en güzel yerlerinden Orta Toroslar’da çekilmiştir.
Cahit Berkay tarafından bestelenen enfes müziği ise; neredeyse oyuncularından rol çalacak derecede hafızalarda yer etmiştir. Filmin bütün unsurları tek başlarına iyidirler; bir araya geldiklerinde oluşturdukları bileşim ise mükemmeldir.
Sen…
Sevgi neydi?
Sevgi iyilikti, dostluktu,
Sevgi emekti…
Durursam bir daha kurtulamam.
Ziyanı yok gülüşü yeter bize.
Yüreğim kaydıysa günah mı?
Çamura saplansam yardıma gelir misin?
Elini tuttum sıcacıktı, yüreği elimdeymiş gibi.
Elinden tutuversem benimle gelir mi?
Seninim işte, alıp götürsene beni.
Elveda Asya, elveda selvi boylum al yazmalım elveda.
Bitmemiş türküm benim…
Günler geçiyor, yapraklar birer birer dökülüyor. Yenileri filizleniyor mu endişesi hepimizi sarıyor değil mi?
Seni hatırladıkta başım göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyor yüreğim… Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla, o hüzünden bu neşeye konup kalkıyor gün boyu nedensiz… Ve her konduğunda diğerini iple çekiyorum bu hislerin…
Seninleyken pervaneleşen yelkovanlar, sensiz mıhlanıp kalıyor yerine, bir akrep kadar hain… İşte, yolda, yatakta içim içime sığmıyor…
Senden söz edilince yüzüm, benden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyor ve sen, her durduğum yerde duruyor, her baktığım yerden bana bakıyor, ben keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsun…
Dünyanın en güzel yeri senin yaşadığın yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki keder… Hayat seninle güzel ve sensiz müptezel…
Bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve sen gider gitmez özlem saç diplerimden çekiştirip beynimi acıtıyor…
İştahım kapanıyor, iştahım açılıyor, iştahım şaşırıyor… İştahım, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyor…
Elim telefonda yaşıyor, parmağımla ha bire seni tuşluyor, dara düştüğümde kapıyı çalanın sen olduğunu adım gibi biliyorum…
Mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona sen diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi sana yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken “keşke o anlatsa” diye iç geçiriyorum…
Kokun burnumdan, yüzün gözümden, sesin kulağımdan, tenin aklımdan silinmiyor bir türlü…
Özlemi, sol mememin altında, tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorum gün boyu… Hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorum…
Sensiz geceler ıssız, sokaklar öksüz… Ayrılık ölüme, vuslat sehere denk…
Gamze gamze tebessüm de, alev alev öfke de senin için…
Bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep senin yüzü suyun hürmetine…
Uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yok…
Dışarıda yer yerinden oynuyor ve “içeri”de bu beni zerrece ilgilendirmiyor…
Nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorum ve bütün bu hallerime ben bile akıl erdiremiyorum…Gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyor…
Senden her gidişimde ayaklarım “geri dön!” diye yalpalıyor ve ben, kendime rağmen dönüyorum sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla…
Adı yok, yolu yok, dilini, tarifini bilmiyorum!
Sadece,
SeNi SeViYoRuM…
Can Dündar’dan ‘Değiştirilmiş Alıntı’ 🙂
Arama
Özlem Pehlivan
12 Ocak doğumlu, sevimli bir oğlak burcu kadını...
Okumayı çok seviyor. Günde 50-100 sayfa okumadan rahat edemiyor. Başucunda en az 3-4 kitap var. Okumayı sevdiği kadar yazmayı da seviyor, değer verdiği ve yüzünü güldürebilen herkese sürekli yazıyor...
Facebook Sayfası
Kategoriler
- Blog 89
- Boutique Cakes 36
- Recipes 135
- Atıştırma 68
- Balık 5
- Börek 12
- Çorba 2
- Et & Tavuk 20
- Hamur İşi 25
- İçecek 1
- Kahvaltı 27
- Kek & Kurabiye 17
- Kısa Kısa & Püf 1
- Makarna & Pilav 9
- Reçel & Turşu & Zeytin & Sos 10
- Salata & Meze 20
- Sebze 19
- Tatlı 25
- Yöresel & Dönemsel 12
- Zeytinyağlı 10