"Yaşamalı" kategorisine yazılan yazılar.

yazan Özlem Pehlivan

Düğündü dernekti derken, bir çırpıda gelip geçiverdi zaman, keyifle 🙂 Kaç ay geçti üzerinden, yeni yaşama alışamadan daha, yepyeni başka bir yaşam gelip yerleşiverdi hayatımızın orta yerine, davetsiz, plansız, programsız. Epey de sıkıntılı günler yaşattı bana sağlık açısından, epey yordu, zorladı, hala zorluyor. İnsan sağlığı kötüyken, bunu yaşatana bu kadar mı müsamaha gösterir, bu kadar mı memnun olur olumsuz durumundan? Olur, oluyor. Eğer tüm bunları yapan, kocaman, zorlu hayata minicik yüreğiyle tutunmaya çalışan, senin kanından, canından bir cansa, öyle de güzel oluyor ki anlatamam 🙂

Dedim ya işte; henüz evliliğe alışamadan bebeğimize alışmaya çalışıyoruz 🙂 Balayı bebeği bizimkisi; mutlu, çoook mutlu bir bebek olacak, aşk bebeği olacak 🙂 13.haftamızdayız, davetsiz olduğu halde, bu kadar keyifle beklenen misafirimizle birlikte.

Miniciğim, seni gördüm; parmak insanım benim, inanılmazsın, mucizemsin! Ağlatırken güldürdün, güldürürken ağlattın beni; bitmek bilmeyen taklalarınla, o minicik ellerinin, ayaklarının mucize kımıldanışlarıyla. 🙂

İyi ki varoldun, iyi ki hiç beklemeden pat diye girdin hayatımıza! 🙂 Sevinçle, umutla, mutlulukla, heyecanla, birbirine geçmiş tüm duygularla, en çok da merakla bekliyoruz seni; yolun başındasın daha ve o yol uzun, zahmetli. İyi yolculuklar bebek, bebeğim, güle güle gel e mi? 🙂

23 October 2010
3,666 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Ah bu düğün dernek işleri ne keyifli ve ne zor… Keyfi, heyecanı olmasa zaten kimseler yapmazdı sanırım. En zoru en başta bitti; gelinliğim hazır 🙂 Privenuptia’dan aldık gelinliğimi, peri kızı gibi hissettirdi bana kendimi, o kadar benimsedim, o kadar sevdim ki anlatamam.

Davetiyeler ve nikah şekerleri epey uğraştırdı bizi, hep zor bulunanları hatta hiç olmayanları beğendik ve inat ettik 🙂 Neyse ki; istediğimize yakın, yine gönlümüze sinecek şekilde hallettik ikisini de. Aa bi de gelin ayakkabıları vardı kriz olan 🙂 Koskoca şehrimde, “Budur!” diyebileceğim birşey bulamadım haftalarca. En sonunda, taaaa İstanbul’dan özel siparişle ayakkabı getirtildi 🙂

Uzun lafın kısası, herşey hazır bugünlerde, ufak tefek birkaç detay kaldı. Heyecan, hala varla yok arası, hala sanki bir başkasının düğününe konukmuşum edası var üzerimde 🙂

Az kaldı az, çok az hem de 🙂

27 May 2010
3,956 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Dün Cumartesi olunca malum, birazcık erken çıkıyorum işten. Sürekli “Hadi çık artık, hiçbir yere uğramadan eve gel!” şeklindeki aralıksız sevgili tacizleri sonucunda, neler olduğuna anlam veremeden uçar gibi eve gittim. Kapıyı açtığımda hayatımın en özel anlarından biri karşıladı beni, kusursuz hazırlanmış bir sürprizin sonunda yaşamın belki de en önemli cümlelerinden biri vardı; “BENİMLE EVLENİR MİSİN?” 🙂 🙂

Tüm ifadelerin karmakarışık durduğu suratımla bakınırken şaşkın şaşkın, neden sonra sevgilim geldi aklıma, başımı çevirdiğimde arkamda durup sürprizini, beni sessizce izleyen adama, sevdiğim o koca yürekli kocaman adama hem gülüp, hem ağlayarak sımsıkı sarılıp verdim yanıtımı; “EVET, EVET, EVET, SONSUZA KADAR, SONSUZLUK KADAR EVET!!!”

Bu sevgililer günü daha bir sevgiliyim yani sizin anlayacağınız, daha bir güzelim, daha bir kadın, daha bir sevdiği adama ait olan… Çok güzel birşey bu, sen çok güzelsin, ben çok güzelim, güzel olmak yetmez, muhteşemiz 🙂 Sağolasın sevgili, çok çok çok yaşa e mi 🙂 🙂 🙂

***Yaza düğün vaaaaaaaarrrr 😉  🙂

14 February 2010
3,280 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Doğduğum gün, bugün 🙂 Dün akşamdan başladı canım sevgilim kutlamalara, üstelik de neredeyse yurt genelinde 🙂

Akşam iş çıkışı kandırdı beni önce, gelip aldı beni ofisten, “İşle ilgili birşeyler almam lazım, alışveriş merkezine gitmemiz gerek” diye. Atladık arabamıza gittik, doğruca saat mağazasına götürdü beni, “Seç bakalım!” dedi kocaman gülümseyerek delim benim 🙂 Çok şaşırdım! Çok beğendiğim, favorilerime kaydettiğim bir saat vardı arada bir açıp baktığım, onu aldı bana 🙂 Evimize geldik, yemeğimizi yedik, bulaşıktı, ortalık toplamaydı, ertesi günün yemeğini hazırlamaktı derken, zaman gece yarısını vurmadan biraz önceydi, güzel demlenmiş çayımızı yudumlayarak yorgunluğumuzu atma keyfini yaşamamız…

Televizyonun karşısında, sıcaklığın tam da üstüne denk geldiği koltuğa uzanmış, hafiften de mayışmışkendi; odanın kapısının açılıp, ellerinde mumları yakılmış bir pasta eşliğinde iki büyük aşkımın ve canım arkadaşlarımın odaya dolmaları 🙂

Kocaman yürekli benim bütün sevdiklerim, herşey için hepinize teşekkür ederim 😉 En çok da, tüm bunları beni mutlu etmek adına planlayan canım sevgilime; ben, zaten çok çok çok mutluyum, hayatımın en güzel zamanlarını yaşıyorum ve tüm bunlar için yanımda olman, varolman yetiyor bana ama yine de bunca emek, bunca çaba için sonsuz teşekkürler bitanem…

Nice böyle huzurlu, mutlu yıllara,

Seni çok seviyorum ey sevgili 😉

*Kutlamalar hala devam ediyor, face den, forumdan (www.akdenizliyiz.com) yazan tüm canlara selam olsun!

Sevgilimin kutlama mesajındaki meleğe bayıldım, e bu konuya da o resim yakışırdı doğrusu diye yazıma ekleyiverdim 😉

12 January 2010
3,733 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Yağmur, neden hep hüzündür? En mutlu gününde de olsan, en mutlu sabaha da uyansan, yağmur varsa; hüzün kokar her yerin… Dalıp dalıp gidersin uzaklara, tüm yaşanmışlıklar ve yaşanamayanlar geçit törenindedirler yine, birinin ardından hemen bir diğeri gösterir kendini, yüzleri sana dönük ve sen en öndeki yerinden izlersin, yüzünde adını koyamadığın ifadenle…

Pencerene resim çizersin, yapacak başka hiç bir şey kalmamış, bulamamışsın gibi… Yağmurlar dinip, camdaki buharlar gittiğinde, yitip gideceğini bilirsin çizdiklerinin, her yeni buharda, kaybolanların yeniden sana, pencerene döneceğini bildiğin gibi…

Ağlarsın, neye olduğunu bile bilmeden, sebepsizce… Söyleyecek söz bulamaz, içinden geçen eskimiş kelimelerinin yerine bedenini, ruhunu avutacak yeni kelimeler düşlersin…

“Yağmur bitse…” dersin, “Yeniden güneş açsa tüm pencerelerimde… Kelimelerim birikse, bir rüzgar esse, dağıtsa hüzün bulutlarımı şöööyle, özlediklerimi getirse…”

Yüreğinin hüznü, yağmurun getirdiklerinden ağırdır hep ama umutsuzca güneşin açmasını beklemek kadar sancılı değildir hiçbir zaman, bilirsin… Bilirsin aslında senin güneşinin sana bağlı olduğunu, ancak sen istediğinde doğacağını, sadece senin iklimine yükseleceğini ama güneşe yüklenmek daha kolay gelir, bildiklerini kendine itiraf etmekten, kendi kendine sarılıp, hüznünü teselli etmekten… Sen görmek, sen bilmek istemezsin, çünkü; yağmuru, içten içe damlalarını sızdırmayı seversin, hüznü seversin…

Audio clip: Adobe Flash Player (version 9 or above) is required to play this audio clip. Download the latest version here. You also need to have JavaScript enabled in your browser.

Aç pencerelerini nefes al; toprağın, hayatın kokusunu çek ciğerlerine, hüznü yağmura yükleme ya da hüzünlenmek için yağmuru bekleme 😉

21 December 2009
3,033 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Akşam oluyor…

Bugünlerde hep akşam oluyor, eskiden daha mı uzun sürerdi günün devranı yoksa benim gözlerim mi aydınlığı seçemez oldu? Karanlık basmadan orta kahvemi yetiştirsem, balkon da serin epey… Neredeydi şu kül rengi şalım, onu almalı balkona çıkarken…

***Bu ip, yeterince sağlam mı acaba?***

Bu kadının sesi de gitti iyice, ama ses gidiyor ruh gitmiyor. Yaşlandıkça daha da acıtır oldu yazdığı sözler, herkes yaşlanırken bu kadın çocuklaşıyor mu nedir, onlar gibi iki sözcükle destanlar anlatır oldu…

***Kırmızı bir iplik bulmalı…***

Kahve ne büyük keyif! Dut yavaştan sararmaya başlamış, ne çabuk geçiyor zaman… Sanki daha dün gencecik yapraklarının arasından görebiliyordum, o etli, şişko bembeyaz meyvelerini… Defne de meyve vermiş, kapkara zeytin gibi döküyor balkonuma, o zehir zemberek misketlerini…

***Şu iğneleri ne diye böyle incecik yaparlar, sanki ipek dikiyor herkes!***

Telvesi ne çok olmuş kahvenin, fal mı kapatsam, ziyan olmasın. Aman bakacak kimse yok ki!… Kendim bakarım ne var, eğlenirim biraz. Nasıl kapatılıyordu, üç kez mi çeviriyorduk?

***Çift kat kullanayım ipi, sağlam olsun. Annem ne güzel düğüm atardı bu iplerin kuyruğuna, incecik parmaklarıyla bir saniyede çabucak…***

Şimdi işin yoksa bekle, bu fal kurusun diye… Ne çok bekliyoruz hayat boyu. Herşeyi bekliyoruz, sanki ölmeyecekmiş gibi. Halbuki; estiği an hareket etmeli insan, yarın garanti değil ki! Keşke, herkes benim kadar nefret etse beklemekten, belki o zaman çok başka bir dünya olurdu…

***Acıyor… Ama acımadan olmayacak bu iş, gayret…***

Bak aklıma geldi, garip değil mi; herkesin gizlediği şeyler var… Kimi heyecanını, kimi mutluluğunu kimi acısını, hasretini gizliyor. En çok da acı gizleniyor galiba, hayat devam etmeli ya! Oysa ne insani şey acı çekmek, ağrımak, ağlamak, bağıra bağıra isyan etmek… Güç gösterisi midir bilmem, neden saklar insan kalp ağrısını?

***Ama bir parçası eksik bunun?! Neyse böyle olacak artık, bir yama bulurum daha sonra… Ne çok acıyor!***

Sanki, herkesin söyleyecek birşeyleri var biryerlerinde ve söylemiyorlar. İstisnasız herkesin yüzünde bir pus. Ellerde bir huzursuzluk, gözlerde bir kaçış, bir nereye bakacağını bilmezlik… Herkesin duruşunda bir gölge, bir tereddüt… Nereye götürecekler bu taşıdıkları yükü, nereyi o yükü bırakmaya layık bulacaklar? Her durakta, bir ton daha yükleniyor herkes. Nerede, kimde, nasıl son bulacak bu garip seyahat?

***Bir düğüm daha… Ha gayret bir düğüm daha dayan, bitiyor. Kim demiş, kalp yarası kapanmaz diye… ***

09 October 2009
4,234 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Ramazan geldi, hoşgeldi 🙂 Yine her zamanki gibi bereketiyle, huzuruyla, dinginliğiyle girdi hayatımıza. İlk gün yazacaktım ama fırsat bulamadım yine 🙁 Bu yıl her zamankinden daha zor olacak dendi hep, bugün 4.gün, ben henüz zorlanmadım maaşallah 🙂 Sahura kalkıldığı için uykusuzluk etkiliyor bir tek beni, açlık ya da susuzlukla ilgili sıkıntım olmuyor pek.

Dört gündür annemler var iftarlarımızda, yemek telaşıyla geçiyor işten eve döndüğüm saatler, iyi de oluyor, bir çırpıda geçiyor zaman, hatta yetmiyor. İyi ki geliyorlar her akşam, iftar sofralarımız daha bir bereketleniyor.

Dün tek tatil günümüz diye, bir gece önce sahura kadar oturduk, film izledik sevgilimle. Dün uyandığımızdaysa 13:30 du saat 🙂 O bilgisayarının başına oturmuş, PES oynamaya başlamıştı bile ben daha uyurken, uyanır uyanmaz mutfağa girdim ben de 🙂

Ramazan’ın ilk gününden bu yana menülerim basit ve doyurucuydu, hızlandırılmış turda yazayım şimdilik, ilerleyen günlerde tarifleri de paylaşırım 😉

Knorr bu yıl da çorba konusunda iddialı ve bir o kadar da başarılı; ilk iftarımızda Knorr’un Yüksük Çorbası başlangıcımızdı, son derece lezzetli bir çorba olmuş, kesinlikle denenmeli 😉 Çorba sevmeyen ve Ramazan ayı dışında ağzına çorba sürmeyen biri olarak ben bayılarak yediysem, o çorba tamamdır 🙂

yuksuk

Çorbanın sonrasında peynirli börek, zeytinyağlı taze fasulye, birgün önceden kalma hibeş, patlıcan salatası, iftariyelik olarak kayısı, hurma, ceviz, tulum peyniri, pastırma ve tabii ki pidemiz vardı. Hem hafif olsun diye, hem de tüm gün orucun arkasından yenemediği için ana yemek yapmadık. Yemek sonrasında midemizde kalan boşluğu da şekerpare ve meyveyle doldurduk 🙂

2.gün, benim kolay domates çorbam vardı başlangıçta, arkasından makarna eşliğinde kadınbudu köfte. Zeytinyağlımız birgün önce bitiremediğimiz fasulyeydi yine, hibeşimiz, yeşil salatamız, rus salatamız ve iftariyeliklerimizle yine hafif ama doyurucu bir sofra oldu. Sonrasında lokma tatlısı ve meyveyle tamamlandı yeme faslı 🙂

3.gün yani dün, uyanır uyanmaz mutfağa girdim demiştim ya, ilk önce sevgilimin kaç gündür istediği sakızlı muhallebiyi yapıp dolaba kaldırdım, iftara kadar soğusun diye. Bol kıymalı karnıyarık yaptım ve yine sevgilime jest olarak onun en sevdiği çorbayı,  mercimek pişirdim. Bir de geçen Ramazan’da anacığından öğrendiğim, yöresel bir yemek (meze gibi aslında) olan sevgilimin iftar sofrasında olmazsa olmazı meşhuuur ‘paça’sından yaptım tabii 🙂 İftariyeliklerle donattık masamızı, paçamızı da koyduk, ezan okunup, çorbalarımızdan birer yudum almıştık ki; fırından yeni çıkmış, bol susamlı, sıcacık pideler eşliğinde anne-babamız geldiler. Baş döndüren kokuya karşı koymak o kadar imkansızken, akılsızca davranmak bize yakışmaz deyip, hakkını verdik caanım pidelerin ve sıralarını bekleyen yemeklere sofranın yüzünü bile göstermedik 🙂 O sıcacık pidenin arasına tereyağ, tulum peynir, pastırma, paça seçeneklerinden istediğimizi sıkıştırdık ve gözümüz dönmüş biçimde midemize tıkıştırdık 🙂 Eh biraz abarttık ama nefisti 🙂 Her akşam yaptığımız gibi, mis gibi demlenmiş çaylarımızı içtikten epey sonra da onca pidenin üstüne, karpuz eşliğinde muhallebilerimize yer bulamadık değil hani 🙂

Eeee onca şevkle yemek yerken fotoğraf çekmenin aklımın ucundan bile geçmediği, geçemeyeceği malumunuz üzere ama neyse daha çok iftar soframız olacak nasılsa, onları paylaşırım artık 🙂

Herkese, hepimize hayırlı Ramazanlar olur inşallah 😉

24 August 2009
3,393 görüntüleme
Sarı Çerçeve - Hediyelik Çerçeveli Posterler

Arama

Özlem Pehlivan

12 Ocak doğumlu, sevimli bir oğlak burcu kadını...

Okumayı çok seviyor. Günde 50-100 sayfa okumadan rahat edemiyor. Başucunda en az 3-4 kitap var. Okumayı sevdiği kadar yazmayı da seviyor, değer verdiği ve yüzünü güldürebilen herkese sürekli yazıyor...

Facebook Sayfası

Arşiv

en_USEnglish