"aşk" etiketiyle yazılan yazılar.

yazan Özlem Pehlivan

Şimdi yoksun; gelirken “niye geldin?” diye sormadıysam, giderken de “niye kalmadın?” diye sormuyorum… Ben bildiğin gibiyim; hala güçlüyüm, hala hayat doluyum, hala dimdik duruyorum, hala ‘acıtmıyor senin sevdan’ görünümündeyim, hala sensizliğe meydan okuyorum, hala acımı içimde eziyorum, hala senden gelen haberlere kulaklarımı tıkıyorum, hala hiç olmamışsın tavrımı takınıyorum, hala varlığına şizofren bakıyorum, hala anlamsızca gidişine kızıyorum, hala yok yere bu aşkı heder edişine isyan ediyorum, hala kıymetimi bilemeyişine sinir oluyorum, hala orada burada sızlanıp ağlamana gülüyorum, hala akılsızlığına akıl erdiremiyorum, hala sana olan hıncımı bastıramıyorum ama tüm bunlara rağmen hala seni seviyorum… Kalbimin hala senin için çarptığını duyuyorum, aşk suyumun hala damarlarımda dolaştığını hissediyorum, yokluğuna alışsam da, hala varlığını daha çok sevdiğimi biliyorum. Hala babamdan sonra en dürüst adamın sen olduğunu, hala ömürlük sevdamın ömrüme sığamadığını, hala seninle yaşlanmak istediğimi biliyorum. Hala hayallerimin ölmez olduğunu biliyorum, hala bu aşkı içimde yaşattığımı biliyorum, bu yüreğin hala sana ait olduğunu biliyorum…


BEN, SENİ SEVMİŞİM…

13 Kasım 2008
3.039 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Yolu yarılayan kadın, sevgisinde ve öfkesinde cömerttir. Onunla olan erkeğin herşeye hazır olması gerekir…

“Yaş otuz beş, yolun yarısı eder” deyince şair, yolu yarılayan kadınlar aklıma gelir… Ne aradığını ya da ne aramadığını bilen kadınlar… Aşkı, sevdayı mutlaka tatmış olurlar. Bu nedenle onları, yüzeysel duygularla kandırmak mümkün değildir. Aşkın da, aşksızlığın da kokusu, bu kadınlara sizden önce gelir…

Ömrünün diğer yarısını kendini geliştirmeye adayacağından, bilinçleri doruğa yükselir…

Akıl ve bedenle birlikte, girdiği ortama renk ve ışık verir…

Yolu yarılayan kadınlarla kolay ve zor bir hayat içiçedir. Sevgisinde de öfkesinde de cömerttir…

Evet anlamına gelen kadınsı hayırlarla, kapris yapılmayacağını çoktan öğrenmiştir…

Erkeğin ne ardından gelir, ne de ilerisinde olmak için didinir. Yan yana ,can cana duruşlar tercihidir…

Bazen bir anne şefkati, bazen de bir aslan kükremesi ile şaşkına çevirir…

Onunla birlikte olan erkeğin, herşeye hazır olması gerekir…

Yolu yarılayan kadınlar, duygularını yaşamasını iyi bilir. Davranışları sebepsiz değildir. Kalbi kırıldıysa ağlar, ağlayışının sebebi; erkeğin ona sunmasını istediği sevgi değildir. Mutluysa kahkahalar atar, gülüşünün sebebi; dikkat çekmek değildir. Seviyorsa kıskanır, kıskanç oluşunun sebebi; kendine güvensizlik değildir. Üzgünse omuz arar, destek istemesi; çaresizliğinden değildir…

Suskunsa sebebi vardır, kendi haline bırakılması gerekir…

Yolu yarılayan kadınların, hissiyatı kuvvetlidir. Aldatıldığını, sezgilerini kullanarak günışığına çıkarır. “Veda vakti geldi” demenize bile gerek yoktur.
O, verdiğiniz mesajı çoktan anlayıp, kendi yolunu tutmuştur…

Her gidiş, kadını daha da kadınlaştırır. Gidenin ardından bakacak kadar, hayatın uzun olmadığını anlamıştır…

Ve gizem kadına, en çok bu yaşlarda yakışır…


04 Kasım 2008
2.691 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Bugünlerde çok yoğun çalıştığından bahsediyorsun, sen konuşurken ellerin, bir yandan ortalığı düzeltmeye çalışıyor alelacele… Bırak kalsın diyorum sana, içimden aslında evinin bu dağınık halini sevdiğimi geçiriyorum… Kitaplığından taşıp, duvar diplerinde kendine yer bulmuş olan, kimbilir senin tarafından kaç kez okunmuş, satırları çizilmiş, belleğinde ya hepsi ya da sadece tek bir kelimesi yer etmiş kitaplarına, sağa sola bıraktığın üzerine belli belirsiz kokunun sindiği kıyafetlerine, dinlerken sadece kendinin duyabileceği bir sesle eşlik ettiğin cdlerine, benim gözümün görebildiği, senin ellerinin değdiği heryere bakarken… Senin bu dağınıklığını seviyorum ben aslında, diye düşünüyorum. Senden bir parça, sana dair her parça sağa sola, heryere dağılmışken, heryerde gözlerimin sana çarpmasını, seni bulmasını seviyorum…

Aklının dağınıklığını seviyorum mesela; o tatlı unutkanlıklarını, yanlış zamanlamalarını, kimi zaman bana, kimi zaman kendine geç kalmalarını… Ellerinin dağınıklığını seviyorum; nereye koyacağını bilemediğin ellerinin, o çocuk telaşında sağa sola değip, her dokunduğu yerde senden bir iz bırakmasını… Gözlerinin dağınıklığı seviyorum sonra; geçmişten bir parça hüzün, şimdiden belirsizlik ve geleceğe dair umut taşıyan gözlerinin bazen bana yakın, bazen çok uzaklarda olmasını… Yüreğinin dağınıklığını seviyorum; yaşadığın o umarsızlığı, o kırılganlığını, sonra tek bir sözle, tek bir sözde yeniden başlamalarını… Saçlarının dağınıklığını seviyorum; o küçücük yüzünün her yanına bulaşmış ışık parçaları gibi gözlerimi kamaştırmasını ve parmaklarımın arasında kaybolmalarını…

Senin bu dağınık hallerini seviyorum ben aslında, biliyor musun? Evinin dağınıklığını, aklının dağınıklığını, saçlarının dağınıklığını, ellerinin, gözlerinin, yüreğinin sonra… Senin bu dağınıklığını seviyorum en çok… Sonra o en masum, en utangaç hallerinle bana, sadece bana olan toplanmalarını…

_Alıntı_

*** Yazı, bir arkadaşımdan mail yoluyla bana ulaşmıştı, kimin yazdığını bulamamıştım. Bugün, yazının sahibi bana ulaştı, duygularıma tercüman olan cümleler bütününden dolayı, bir kez daha teşekkürler sevgili adaşım; Özlem BAKİ… Bir kez daha kalemine, yüreğine sağlık…

04 Kasım 2008
3.756 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Adı üstünde kişisel mutluluk bloğu ve ben mutluluk kaynağımın bana armağanı, şarkımızı eklemeyi unutmuşum siteme!

İlk tanıştığımız dönemlerde, İstanbul’da iş seyahatindeydim, “sadece sana” yazan bir müzik dosyası göndermişti sevgilim, Ferhat Göçer söylüyordu, albüm yeni çıkmıştı daha ve ben ilk kez dinliyordum. Sonrasında albümün tamamını ilk incelediğimde, “sadece sana” diye bir şarkısı yokmuş ki bu adamın, eski albümünde de yoktu, nereden buldu acaba diye arandığım ve tüm albümü dinlediğimde şarkının adının aslında “Gül ki” olduğunu öğrendiğimde, saflığıma saatlerce güldüğüm şu an gibi aklımda 🙂 Daha herşey çok yeni olduğundan utanmış ve öğrensen günlerce bana takılıp daha da utandıracağını bildiğimden söyleyememiştim sevgilime de, işte itirafımdır ve şimdi istediğin kadar gülebilirsin canım sevgilim 🙂

…gül ki sevgilim, gül ki gözlerin, solmasın sakın aşk çiçeğim. Gel biraz bana, gel biraz daha, arşa çıksın nağmelerim…

bu kez de benden “sadece sana” 😉

Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.

Bu sabah, yerini kimler almış,

Diye düşündüm kalktığımda,

Hiçbiri seni, hiçbiri beni,

Hiçbiri bizi anlamamış…

Bu sabah, telefonu hiç açmadım,

Çaldı durdu, aldırmadım,

Hiçbirşey seni, seni düşünmemi

Engellemez ben anladım,

Bu sabah…

Bu sabah, adını boş kağıtlara,

Yazdım astım duvarlara,

Ben bir tek seni, eski günleri

Özledim canım, anlasana…

Bu sabah, yatağın boş kısmını

Resimlerinle süsledim,

Gördün halimi, anla derdimi,

Ne olur dön, çok özledim,

Bu sabah…

Gül ki sevgilim, gül ki gözlerin

Solmasın sakın, aşk çiçeğim!

Gel biraz bana, gel biraz daha,

Arşa çıksın nağmelerim…

🙂 Seni Seviyorum 🙂

15 Eylül 2008
5.497 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Hiç beklentisiz sevdiniz mi? Yani; “bugün telefon etmedi” demeden, “şu an nerede acaba?” diye kendi kendinizi yemeden, “doğumgünümü hatırlayacak mı acaba?” diye bir beklenti içine girmeden sevdiniz mi hiç? Onun, size ait bir mal olmadığını kabul edip, onu özgür yaşamı ile sevmeyi denediniz mi?

Yanında gördüğünüz kız arkadaşlarının da tıpkı erkek arkadaşları gibi, sadece arkadaşı olabileceğini düşünüp,  herhangi bir erkek varken davrandığınız gibi davranıp, aldırmıyormuş gibi yapmadan, gerçekten aldırmadan, -bitecekse biter, bunu değiştiremem, beni sevmeyi bırakmasını değiştiremeyeceğim gibi- diye düşünüp, onu yersiz kıskançlıklara boğmaktan ve kendinizi yıpratmaktan vazgeçebildiniz mi hiç?

Hiç beklemeden çalan bir kapıda onu karşınızda görmek ne güzeldir bilir misiniz? Beklemeden gelen bir ‘seni seviyorum’ mesajının tadına varabildiniz mi hiç? Siz istediğiniz için değil, o istiyor diye yapıldı mı bunlar? Ve beklentisiz sevmenin tadına bakabildiniz mi hiç?

“Bugün beni hatırlamadı” yerine, “hiç beklemiyordum geleceğini” diyebilmek ne güzeldir oysa… Onu ve kendinizi boğmadan sevebilmek ne güzeldir… Sahiplenme duygusundan uzak, sevmenin, sevilmenin tadına varabildiniz mi hiç? Yapılmamış davranışlar, söylenmemiş sevgi sözcükleri ile kendi kendinizi aşk çıkmazında kaybedeceğinize, beklenmeyen bir demet çiçekle mutlu oldunuz mu?

Beklentisiz sevin! Niye aranmadım diye düşünüp kendi kendinizi yiyeceğinize hiç beklenmedik bir ‘seni özledim’ mesajı ile aşkı yakalayın! Beklentisiz sevin! O sizin sevgiliniz olduğu için, ona tapulu malınız gibi, çantanız, arabanız gibi davranma hakkınız olduğunu düşünmeden… Sevgiye karışan beklenti denen illeti hemen silin aşkın ak sayfalarından. Göreceksiniz ki; o zaman aşk, bir başka güzel… Göreceksiniz ki; o zaman sevmek ve sevilmenin damaklarda bıraktığı tat, yıllanmış şarap gibi, beklenti zehirine karışmadan bir başka döndürüyor insanın başını…

Ben artık öğrendim, beklentisiz seviyorum. Yanyana değilken nerede olduğunu, kiminle ne yaptığını merak etmiyorum, şüpheler, kıskançlıklar kemirmiyor beynimi, iyi olduğunu biliyorum ve her ne yapıyorsa bitirdiği zaman bana geleceğini… “Beni niye aramadı?” diye geçirmiyorum içimden, geleceğe dair iyi ya da kötü düşüncelerim, beklentilerim yok. Ben, bugün hissettiğim sevgiyi, yine bugün yaşıyorum… Onun yanımda olduğu anlar o kadar değerli ki! Öyle mutlu, öyle huzurluyum ki yanındayken, beklentilerle mahvetmiyoruz o anları. Beklentisiz seviyoruz. Sevdiğimiz için seviyoruz. Geçmişsiz, geleceksiz, beklentisiz, anlık seviyoruz…

Düne kadar böyle miydim; HAYIR!!! Başlarda çok zor geldi, her insan gibi beklentiye girdiğim anlarım çok oldu ama öyle zamanlarda önce kendimi, sonra da onu ne kadar üzdüğümü gördüm 🙁

Hala bazen aklımın yavaşça kaydığını hissettiğim zamanlar olmuyor değil, ama öyle anlarımda hemen durdurup, toparlıyorum kendimi. Çünkü; ne kadar gereksiz olduğunu görüyorum ve öyle zamanlarda farkında olmadan öyle şeyler yapıyor ki beni mutlu eden, beklesem ya da daha kötüsü dile getirsem asla o kadar mutlu olamayacağım şeylerle şaşırtıyor beni her seferinde… En önemlisi, bunları ben söylemeden, istemeden, içinden geldiği için yapıyor, işte, böylesinin çok daha güzel olduğunu anladığım andan beri beklentisizim. Ve belki de bu yüzden beklentiye girdiğimde ikimizi de kasacak ve belki de olmayacak herşey şimdi düşündüğüm anda beni şaşırtacak bir hızla oluveriyor 🙂

Zor değil, inanın hiç zor değil! Deneyin! Beklentisiz sevmeyi deneyin bir gün, sadece bir gün deneyin, ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacak ve beklentilerle boğduğunuz aşklarınıza acıyacaksınız… 😉

15 Eylül 2008
3.698 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Sana mucizeler vaadedemem ama, mucize aratmayacak kadar çok sevebilirim seni…

Bir sevda masalı bu… Yazmaya henüz başlamadım… İnsan yaşarken yazamıyor bazı şeyleri, aynı kelimelerin arasında gidip geliyor…. Ne zaman yazmaya kalksam, hep aynı cümleler…

Onun için, yazmaya başlamadım daha… Ama bu bir masal…

Sana dair ilk cümlem -çok garip birşey bu, nesin sen, korkuyorum senden-di… O anki gülüşün hala aklımda… Anlayamayan, hoşuna gitmiş, kafası karışmış bir gülüş…  -Garip değil, güzel diyelim- demiştin bana, sonra da küçük bir kıza masal okur gibi girdin hayatıma, masal tadında… Masalları severdim, severim, evet… Ama bunu sana söyleyemedim. Korkuyordum senden… Şimdiyse, seni kaybetmekten…

Konuşamıyordum, anlatamıyordum, dinleyemiyordum, dizginleyemiyordum duygularımı, içimde deli bir nehir gibi çağlayan aşkı tutamıyordum… Yapamadığım çok şey vardı… Ama sevdim seni… Sana mucizeler vaadetmedim… Ama sen, mucizenin ta kendisiydin… Ben de seni, mucize aratmayacak kadar sevdim…

Bir mucize arar gibiydin seni tanıdığımda… Gözlerin nereye baksa, aynı soruları soruyordu bana… “Gerçekten aşk var mı?” “Gerçekten sevebilir mi insan?” “Gerçekten bir masal yazılabilir mi bir yaşamdan?” Öyle çok kırılmıştık ki; korkuyordun, korkuyordum… Hayatım boyunca, yapmaktan korktuğum tek şeyi yaptım ve aşık oldum sana… Ama hiç pişman olmadım sonrasında, olmayacağım da…

Ve ben sana, mavi bir masal yazdım… İnanıp inanmayacağını düşünmeden masallara… Masalımı maviyle donattım. Bunlar mucize değildi, hayır… Sana mucize vaadetmedim… Ama seni, mucize aratmayacak kadar çok sevdim…

Sana dair anlatılacak o kadar çok şey var ki aslında… Dedim ya, yaşarken anlatamıyor insan… Ne zaman yazmaya kalksam, içimden geçen cümleler hep aynı yerde takılıp kalıyor… Ne zaman seni yazmak istesem, ne zaman sana yazmak istesem, kelimelerim düğümlü…

Artık senli zamanlarıma gün değil, günler diyebilmenin mutluluğu da eklendi senli mutluluklarıma… Seni tanıdığım için, seni sevdiğim için, benim olduğun için mutluydum zaten… Ve artık sana “seni çok sevdim” derken, çok geniş bir zamanı anlatıyor geçmiş zamanım… Ve şimdiki zamanım da, çok büyük bir sevdayı…

Bir sevda masalı bu…

Ama yazmaya henüz başlamadım…

Yazıldığında göreceksin, ne çok sevildin…

Yazıldığında göreceksin, ben seni ne çok sevdim…

15 Ağustos 2008
84.490 görüntüleme

yazan Özlem Pehlivan

Bir kıpırtıdır başlar önce içinde, ince bir su sızıntısı gibi, kaynağından. Yol aldıkça büyür, serpilir, çağlayan olur gün geçtikçe. Belki de bir denize dökülür kimse sahiplenmezse, sessizce. Belli olmaz bu akıntının ne getireceği, yoluna çıkanı boğar bazen, acımasız olur. Bakarsın kardelenler bitmiş yamacında, hayat verir hiç umulmadık bir anda.

Aşk derler adına, anlamsızca…

İki yürek değildir artık atan, bir olmuştur. Farklı olsa da mekan, aynı hayal içindir çırpınışlar. Günler geçmez olur, işlemez zaman. İki yürek birdir ya, dikeni battı mı içinde sürüklendiği hayatın birine, canı acır ötekinin, bilmem hangi şehrin hangi caddesinde. Hele mutluluk konduğu zaman yüzüne, anlam veremez diğeri, kendi dudaklarındaki istemsiz tebessüme. Bir şarkı mırıldanır sadece, sessizce.

Aşk derler adına, sebepsizce…

Hatırlamak değildir onu, bilakis yaşamaktır hayatı her anında onunla. Rüyalarda görmek değildir, rüyanın ta kendisi olmaktır, dönülmeyeceği bilinse de gerçek hayata. Onun gibi, onun için yaşamaktır, damlanın yaşadığı misal okyanusta. Köprü olmaktır amansız uçurumların üstünde, ayaklarının altına. O geçtikten sonra bırakıvermektir kendini boşluğa, fedakarca. Hem ne anlamı var ki bir damlanın okyanusta, anlamı olmadığı gibi köprünün, üzerinden geçeni olmayınca.

Aşk derler adına, pervasızca…

Adını kazımaktır onun, ağaçlara değil, gözbebeklerinin ta içine. Görebilirsin böylece ismini her gün, her gece, uykunda bile. Ya da yıldızlarına yazmaktır şu yaşlı kainatın, görürsün belki ismini her daim, varana kadar kıyamete. Katılırsın ışığa doğru uçuşan kelebeklere veya uçarsın yıldızlara doğru, ulaşmak için onun ismine. Ama kelebekler döner, döner ve can verirler nihayetinde, sonlarını bildikleri halde. Sen de biliyorsun sonunu, hazır mısın, katlanabilir misin çok sevsen bile?

Aşk derler adına, kabul edilmese bile…

Buzdağları gibi yaşarsın hayatı artık. Görünen kısmı değildir tamamı, fırtınalar kopuyordur içinde hiç kimse bilmese de. Saklarsın gözlerindeki yaşları geceler boyu, bir dehliz misali, yastığına düşse de. Lezzet vermez artık eski tatlar sana, bir sıkımlık canı kalmıştır hayatın, gözlerin göğe bakmaz artık, yolları ezberler, bir de bir türkü, ‘O’nun ismine.

Aşk derler adına, kabul edilmişçesine…

12 Ağustos 2008
5.255 görüntüleme
Sarı Çerçeve - Hediyelik Çerçeveli Posterler

Arama

Özlem Pehlivan

12 Ocak doğumlu, sevimli bir oğlak burcu kadını...

Okumayı çok seviyor. Günde 50-100 sayfa okumadan rahat edemiyor. Başucunda en az 3-4 kitap var. Okumayı sevdiği kadar yazmayı da seviyor, değer verdiği ve yüzünü güldürebilen herkese sürekli yazıyor...

Facebook Sayfası

Arşiv

tr_TRTurkish