Televizyonda izlenebilecek hiçbirşeyin olmadığı malum günlerden Cumartesi akşamı, sıkılıp izlenebilecek güzel bir şeyler bulalım diye filmlerimizi aldığımız yere gittiğimizde, saat geceyarısına yaklaşıyordu. Çevremdeki herkes bilir nasıl bir sinema delisi olduğumu, izlemediğim film yok gibi, e durum böyle olunca da beğeni çıtası epey yükseliyor insanın.
İşte, önceki akşam izlemediklerimiz arasında gezinirken, her ne kadar ikimiz de sinema tutkunu olsak da, yaşamın akışına kapılıp, arada bir kaçırdığımız filmlerin olabileceğini getirdi aklıma, o gün benim izlediklerimi sevgilimin, onun izlediklerini benim izlememiş olmamız. Bunlardan biri Apocalypto. Film epey eskidi artık ama evde izlenebilecek sıkı filmlerden bir tanesi. Öncelikle sevgili sevgilim ve onun gibi hala izleyememiş olanlar için filmi aktarayım istedim.
Senaryosunu (Farhad Safinia ile beraber) ve yönetmenliğini Mel Gibson’un üstlendiği film, Güney Amerika’da Maya İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, Avrupalıların kıtaya ayak basmasından, yerli halka medeniyetin getirilmesinden hemen önceki bir tarih sürecinde başlıyor. Köylerinde mutlu ve huzurlu bir yaşam süren, geçimlerini yaşadıkları ormanda avlanarak devam ettiren bir grup yerli, Maya imparatorluğu’nun köle tacirleri ve askerleri tarafından saldırıya uğruyorlar. Esir edilen yerli kadınlar pazarlarda satılırken, erkekler de sözde maya tanrılarına kurban ediliyor. Ülkeyi etkisi altına almış olan salgın hastalıkların, bu sayede önüne geçilebileceğine inanıyorlar…
Kısaca konusunu özetlediğim film, Mel Gibson’un dördüncü yönetmenlik denemesi. İlk filmi Yüzü Olmayan Adam (The Man Without Face-1993)’dan sonra çektiği, Cesur Yürek (Braveheart-1995), Tutku:Hz. İsa’nın Çilesi (The Passion of the Christ-2004) ve Apokalipto (Apocalypto-2006) oldukça kanlı filmler. Söz konusu film de kanlı bir şekilde bir av sahnesi ile başlıyor ve tempoyu düşürmeden sonuna kadar da sürekli kan ve ölüm izliyorsunuz. Çöküş dönemindeki Maya imparatorluğu’nda filmde anlatıldığı şekilde gerçekten bu kadar çok ve yaygın kan dökülmüş müdür, bilmiyorum. Senaryo öyle ustaca yazılmış ki, enteresan bir biçimde rahatsız da olsanız devamında ne ile karşılacağınızı merak ediyorsunuz. Öyle ya, yönetmen size bir hikaye anlatıyor ve hikayenin nasıl bittiği önemlidir. Hikaye en ufak bir kopukluk olmadan, üstelik o zaman konuşulan Maya dilinde başlıyor ve bitiyor. Ben filmin bu özelliğini çok başarılı buldum. Filme bir özgünlük kazandırdığını düşünüyorum. Düşünsenize Maya yerlileri İngilizce konuşuyorlar… 🙁 Ne kötü olurdu! Yönetmen bunu Tutku:Hz. İsa’nın Çilesi filminde de başarıyla gerçekleştirmişti. Filmin çekildiği doğal ortam, yerlilerin doğal şartları, giyim kuşamları harika bir şekilde aktarılmış.
Oyunculuk açısından ise, kesinlikle olumlu not vermek zorundayız, bence. Çünkü tümüyle deneyimsiz oyunculardan hatta çocuklardan oluşan bir topluluğa, görevlerini öyle bir anlatmış olmalı ki, hiçbir yerde sırıtmıyorlar. Adeta doğal ortamlarına bir pencere açmışız da oradan doğal halleriyle abartısız yaşantılarıyla izliyoruz. Yerliler yerli gibi, çocuklar çocuk gibi, başrol oyuncuları da başrol oyuncusu gibi hakkını vermişler. Bir de başroldeki çocuk futbolcu Ronaldinho’ya çok benziyor. Ronaldinho’nun dişlek olmayanı 🙂
Arama
Özlem Pehlivan
12 Ocak doğumlu, sevimli bir oğlak burcu kadını...
Okumayı çok seviyor. Günde 50-100 sayfa okumadan rahat edemiyor. Başucunda en az 3-4 kitap var. Okumayı sevdiği kadar yazmayı da seviyor, değer verdiği ve yüzünü güldürebilen herkese sürekli yazıyor...
Facebook Sayfası
Kategoriler
- Blog 89
- Butik Pastalar 36
- Tarifler 135
- Atıştırma 68
- Balık 5
- Börek 12
- Çorba 2
- Et & Tavuk 20
- Hamur İşi 25
- İçecek 1
- Kahvaltı 27
- Kek & Kurabiye 17
- Kısa Kısa & Püf 1
- Makarna & Pilav 9
- Reçel & Turşu & Zeytin & Sos 10
- Salata & Meze 20
- Sebze 19
- Tatlı 25
- Yöresel & Dönemsel 12
- Zeytinyağlı 10