Devşirilen gömlek yakaları geldi aklıma şimdi, sebepsizce. Köşedeki bakkalın ucundan elinde filesiyle evine dönen babalar bir de… Benim, o köşeden dönen bir babamın olmaması değiştirmezdi, oynanan oyunun bitirilip eve gidilme vaktinin geldiğini. Ben, hiç o cümleyle çağırılmamış olsam da, ne kadar etkili olduğunu bilirdim çocuk dünyasında “baban geldi, çabuk eve!” diye seslenen annenin aceleciliğini. Böyle zamanlarda hep, bir gün o akşamüstü telaşının bizim eve de uğramasını beklerdim umutla. “Baban ölmemişti aslında, bizi terkedip gittiği için yalan söyledik sana, işte şu köşedeki amca baban senin” diye ölümün acısına yeğ tutulabilecek cümleler hayal ederdim hep o küçücük dünyamda. Ama o sahne, izlediğim Türk filmlerinden öte gidemedi hiçbir zaman ve hiçbir akşamüstü uğramadı bizim sokağa… Oturduğum taşın üzerinden, oyundan geriye kalan tek şey olarak gıptayla bakardım, topunu, bebeğini alıp “babalı” evlerine giden arkadaşlarımın arkasından. Topum da yoktu, bebeğim de ama en çok babamın yokluğu koyardı. Çoğu akşam sırf bu yüzden, gidip uyurdum hemen, ertesi akşamüstünün sabahına, yeni bir umuda hemen uyanabilmek için. Çorba sevmem, hiç kimse anlamaz, bilmez niye sevmediğimi. Yitirdiği kocasının ardından hemen her gece, onun en sevdiği şeyi, en sevdiği şekliyle servis yaptığı sofrasına oturmazdım, oturamazdım annemin. Yuvarlak, küçük tepsinin içine doğranan bayat ekmeklerin üstüne bolca boca edilen sıcacık tarhanalara uzak durdum hep, boğazıma dizilmesin diye lokmalar, kaşığımı daldırmadım hiç o tepsiye. Bunca yıldır hala babam kokar tarhanalar, yiyemem, hiç kimseye hiçbirşey diyemem, sızlayan burnumu gizler, “sevmem ben çorba” der, yutkunur geçerim. “Bir tek çorba değil ki, çok yemek seçer mıymıntı” diye kızanları da sadece gülümseyerek yanıtlamam, hepsinin bir yarası olduğunu bir tek benim bilmemdendir…
Şimdi akşamüstü yine, hala sokaklarda oynayan çocuklar ve onların ellerinde artık fileyle olmasa bile poşetle dönen babaları akşam habercisi belleyen anneler, hala tarhananın öyle yendiği evler var mıdır bilemem ama benim hala umudum var 😉
Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.
Bu sabah yağmur var Antalya’daaaaa, hatta sadece sabah değil, devam ediyor halaaaa 🙂 Bilenler bilir, Antalya’nın bir sıcağı, bir de başlayınca durmak bilmeyen aralıksız yağmurları çok meşhurdur… Bugün yine öyle bir gün, daha doğrusu bu hafta hep kapalıydı zaten hava. En ilginci de, saati saatine uymaz şehrimin havasının, güvensizdir, oynaktır. Mesela bu sabah uyanıp ne giysek telaşıyla pencereden baktığımızda, düne göre rüzgarın hafiflediğini, bulutların yükseldiğini, hafiften de güneşin ışıklarını görünce, incelerden giyinip çıktık. Şimdi o havadan eser yok! Sanki başka bir şehre, başka bir iklime taşındık aynı gün içinde…
Yağmur herkese ne farklı şeyler hissettirir; birbirine yakın olan, teğet geçenler de yok değildir hani. Moralin bozuksa mesela, ağlamaktan utananlardansan, çok iyi sırdaştır, gizler gözyaşlarını… Aşıksan, yanyanaysan sevgilinle üstelik, iliklerine kadar ıslanmak umurunda bile olmaz, daha bir ıslanasın gelir, daha ve bir daha… Birini çooook kırdıysan, reddedilemeyeceğin en romantik sahnedir, affedilmek için sırılsıklam kapısına dayanırsan… Bir de buharlaşan camlara, kapılara en sevdiklerinin resmini çizme, içinden oklar çıkarttığın kalbin iki ucundan birine kendinin, diğerine onun ismini yazma günüdür… Ya da yüzünde oluşmasını engelleyemediğin tebessümle, çamurlu sularda zıplayışını hatırlayıp, çoktan uzaklarda kalan çocukluğunu anma, özleme, o günlere dönme isteğidir yağmur… Yorgun argın dışardan evine girdiğinde, sırılsıklam kıyafetlerini çıkarıp, pijamalarını, en sıcak tutan çoraplarını giyip, bir fincan sıcak çay ya da kahvenin keyfi de yine yağmurlu günlere hastır… Ahh hala evinde olan varsa, ne şanslıdır; benim her yağmurda ıslandığımda aklıma gelen ilk şeydir; çıtır çıtır yanan odun sobasının üstünde, kapağı açık olduğundan tüm evi saran, üstümden sular damlayarak kapıyı açtığım an yüzüme çarpan tarhana çorbasının kokusu… Ve en sevdiklerimdendir; battaniyenin altında dizlerimi kıvırmış, o sobanın sıcaklığı yüzümde, penceremin hemen dışındaki yağmurun sesi kulaklarımdayken, elimdeki kitabın satırları arasında kaybolmak, düşler ülkesinde bir masal kahramanı olmak…
Hüzün, mutluluk, bereket, huzur, gözyaşı, yalnızlık, özlem… Ne çok şey barındırır ve ne çok şey anımsatır, o halde yine, yeniden, her daim, bıkıp usanmadan ıslanmalıdır, hem de öyle böyle değil, iliklerine kadar 😉
*Eh bir de şarkılar, şiirler, filmler var tabii içinde yağmuru barındıran, unutmadım yani. Onların en iyilerinden, artık klasikleşmiş şahane müzikalin akıllara kazınan şarkısı; Singing in the Rain…
Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.
Arama
Özlem Pehlivan
12 Ocak doğumlu, sevimli bir oğlak burcu kadını...
Okumayı çok seviyor. Günde 50-100 sayfa okumadan rahat edemiyor. Başucunda en az 3-4 kitap var. Okumayı sevdiği kadar yazmayı da seviyor, değer verdiği ve yüzünü güldürebilen herkese sürekli yazıyor...
Facebook Sayfası
Kategoriler
- Blog 89
- Butik Pastalar 36
- Tarifler 135
- Atıştırma 68
- Balık 5
- Börek 12
- Çorba 2
- Et & Tavuk 20
- Hamur İşi 25
- İçecek 1
- Kahvaltı 27
- Kek & Kurabiye 17
- Kısa Kısa & Püf 1
- Makarna & Pilav 9
- Reçel & Turşu & Zeytin & Sos 10
- Salata & Meze 20
- Sebze 19
- Tatlı 25
- Yöresel & Dönemsel 12
- Zeytinyağlı 10