Bu sabah yağmur var Antalya’daaaaa, hatta sadece sabah değil, devam ediyor halaaaa 🙂 Bilenler bilir, Antalya’nın bir sıcağı, bir de başlayınca durmak bilmeyen aralıksız yağmurları çok meşhurdur… Bugün yine öyle bir gün, daha doğrusu bu hafta hep kapalıydı zaten hava. En ilginci de, saati saatine uymaz şehrimin havasının, güvensizdir, oynaktır. Mesela bu sabah uyanıp ne giysek telaşıyla pencereden baktığımızda, düne göre rüzgarın hafiflediğini, bulutların yükseldiğini, hafiften de güneşin ışıklarını görünce, incelerden giyinip çıktık. Şimdi o havadan eser yok! Sanki başka bir şehre, başka bir iklime taşındık aynı gün içinde…
Yağmur herkese ne farklı şeyler hissettirir; birbirine yakın olan, teğet geçenler de yok değildir hani. Moralin bozuksa mesela, ağlamaktan utananlardansan, çok iyi sırdaştır, gizler gözyaşlarını… Aşıksan, yanyanaysan sevgilinle üstelik, iliklerine kadar ıslanmak umurunda bile olmaz, daha bir ıslanasın gelir, daha ve bir daha… Birini çooook kırdıysan, reddedilemeyeceğin en romantik sahnedir, affedilmek için sırılsıklam kapısına dayanırsan… Bir de buharlaşan camlara, kapılara en sevdiklerinin resmini çizme, içinden oklar çıkarttığın kalbin iki ucundan birine kendinin, diğerine onun ismini yazma günüdür… Ya da yüzünde oluşmasını engelleyemediğin tebessümle, çamurlu sularda zıplayışını hatırlayıp, çoktan uzaklarda kalan çocukluğunu anma, özleme, o günlere dönme isteğidir yağmur… Yorgun argın dışardan evine girdiğinde, sırılsıklam kıyafetlerini çıkarıp, pijamalarını, en sıcak tutan çoraplarını giyip, bir fincan sıcak çay ya da kahvenin keyfi de yine yağmurlu günlere hastır… Ahh hala evinde olan varsa, ne şanslıdır; benim her yağmurda ıslandığımda aklıma gelen ilk şeydir; çıtır çıtır yanan odun sobasının üstünde, kapağı açık olduğundan tüm evi saran, üstümden sular damlayarak kapıyı açtığım an yüzüme çarpan tarhana çorbasının kokusu… Ve en sevdiklerimdendir; battaniyenin altında dizlerimi kıvırmış, o sobanın sıcaklığı yüzümde, penceremin hemen dışındaki yağmurun sesi kulaklarımdayken, elimdeki kitabın satırları arasında kaybolmak, düşler ülkesinde bir masal kahramanı olmak…
Hüzün, mutluluk, bereket, huzur, gözyaşı, yalnızlık, özlem… Ne çok şey barındırır ve ne çok şey anımsatır, o halde yine, yeniden, her daim, bıkıp usanmadan ıslanmalıdır, hem de öyle böyle değil, iliklerine kadar 😉
*Eh bir de şarkılar, şiirler, filmler var tabii içinde yağmuru barındıran, unutmadım yani. Onların en iyilerinden, artık klasikleşmiş şahane müzikalin akıllara kazınan şarkısı; Singing in the Rain…
Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.
Bugün sizden birşey isteyeceğim; sakın kimseye ”Seni seviyorum” demeyin!
Lütfen!…
Kullanmayın artık bu sözü!
Başka birşey deyin birbirinize onun yerine!
Duygularınıza daha denk düşen birşey…
Benim aklıma gelmiyor ama siz bulursunuz. Ne de olsa sizin duygularınız…
Hayır, içini dolduracaksanız ”Seni seviyorum” un, bir diyeceğim yok! Ama umudum da yok!
”Seni seviyorum” öyle ”Kendine iyi bak!” gibi bir söz değildir, laf olsun diye söylenen…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde hakkını vereceksiniz; bir kere onu gerçekten seviyor olmanız lazım. Yani öyle dokununca geçiverecek arzularla falan karıştırmayacaksınız…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, o biri en az tuttuğunuz takım kadar önemli olacak hayatınızda…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, bir saat eksik uyumayı göze alabileceksiniz onu daha çok görmek uğruna…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, elini tutmak da önemli olacak başka şeyler kadar…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, ”Sevgilimsin” de demiş olduğunuzu bileceksiniz…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, onu özleyecek, düşünecek, merak edeceksiniz…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, onun gözü telefonda (evet, cep telefonu çıktığından beri kulak değil, gözler telefonda) aramanızı beklediğini unutmayacaksınız…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, ona sürprizler yapmayı, ufak hediyeler almayı ihmal etmeyeceksiniz…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, ona şiirler okuyacak hatta kabiliyetiniz varsa, yazacaksınız da…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, şarkıdaki gibi, ellerinizde çiçeklerle kapısında bekleyeceksiniz…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, belki ömrünüzün sonuna kadar değil ama hiç olmazsa yarın, öbür gün de seveceğinizden emin olacaksınız…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, aynı zamanda ”Free takılalım” da diyemeyeceğinizi bileceksiniz…
Birine ”Seni seviyorum” dediğinizde, o aşktan söz ederken siz, ”Ben almayayım, alana da mani olmayayım” demeyeceksiniz…
Nasıl?
Çok mu zor?
Fazla mı zahmetli?
İnsanın birini sevip sevmediği tam da böyle belli olmuyor mu?
Sevmeyince ‘iş’ gibi geliyor bütün bu sayılanlar…
O zaman, ”Seni seviyorum” demeyeceksiniz!
Bu kadar basit!
Birgün farkında olmadan bütün bunları yapıyor olduğunuzu görünceye kadar…
Şimdi, ”Ne var bunda? Keşke herkes birbirine bolca ‘Seni seviyorum’ dese” diye düşünenlere:
İyi, o zaman birbirini gerçekten sevenler yeni bir söz bulsunlar söyleyecek, ”Seni seviyorum” orta malı olsun!
Zaten oldu olacağı kadar!…
-Alıntı-
Kaç gündür yazamadım, yazmak şöyle dursun, yerimden kalkamadım; bel fıtığım tuttu yine 🙁 Bugün 5.gün yatakta geçirdiğim, biraz daha iyiyim ama artık. En azından yardım almadan oturup kalkar hale geldim. İlaç kullanmaktan ve birilerine muhtaç olma duygusundan nefret etmişimdir oldum olası. Üstüne evde kapalı kalma, onun üstüne de havanın sürekli kapalı ve yağmurlu olması eklenince çoook sıkıldım… Neyse, yazmayı özleyince, hastalığımı kullanayım, herkesin kesinlikle bir fikrinin olduğu, oldukça sık rastlanan, Cem Yılmaz deyimiyle ‘amele hastalığı’ bel fıtığıyla ilgili bilinmesi gereken doğru ve yanlışları paylaşayım istedim…
Yanlış: Sert yerde yatmak bel ağrılarını giderir. Bel fıtığı oluşunca mutlaka ya yerde yatmalı ya da yatağın altına tahta koyup öyle yatmalı.
Doğru:Sert yerde yatmak sırt ve bel kaslarının tutulmasına neden olduğu için yarar yerine zarar getirir. İyi bir yaylı yatakta, tercihen yarı ortopedik bir yatakta yatmak en iyisidir.
Yanlış: Mutlaka sırtüstü yatılmalıdır.
Doğru: Hastanın en rahat ettiği pozisyon en iyisidir.Hastalar genellikle yan yatıp bacaklarını karınlarına doğru çektiklerinde daha rahat ederler, çünkü bu pozisyonda yatarken omurların arası açılacağından bacak sinirlerine olan bası azalır. Eğer hasta sırtüstü yatmak isterse belinin altına bir yastık koyması ve bacaklarını yüksek bir yere uzatması daha uygun olur.
Yanlış: Tuvalet ihtiyacı dışında kalkmadan 20-25 gün kesin yatak istirahati yapılmalıdır.
Doğru: İki gün yatak istirahati yeterlidir. Eğer hasta rahatlamazsa bir sonraki tedavi aşamasına geçilmelidir. Uzun süre yatmak hastada depresyona yol açabilir, depresyonun tedavisi bel fıtığının tedavisinden daha zordur.
Yanlış: Yürüyüşten, merdiven çıkıp inmekten kaçınmalı, daha çok oturmak tercih edilmelidir.
Doğru: Oturmak bele binen yükü arttırır, onbeş yirmi dakikadan fazla sürekli oturulmamalı, sık sık vücudun pozisyonu değiştirilmelidir.
Yanlış: Sürekli korse takmak beli toparlar, bele binen yükü azaltır.
Doğru: Omurga kırıkları ve kaymaları dışında sürekli korse takmak zararlıdır, beldeki kasların zayıflamasına yol açar.
Yanlış: Bel çektirme ile bel fıtığı geri gider, hasta rahatlar.
Doğru: Bel çektirme sadece omurların arka uzantılarının birbirleri arasında yaptıkları eklemlerdeki kaymalarda faydalıdır. İleri derecede bel fıtığı olan kişilere yapıldığında fıtığın kopmasına ve hasta için felç tehlikesinin ortaya çıkmasına sebep olur.
Yanlış: Bele balık bağlama, bardak çekme, masaj gibi alternatif yöntemler fıtığı yerine sokar.
Doğru: Bu gibi alternatif yöntemler sadece beldeki kan dolaşımını arttırır, böylece beldeki kaslar gevşer, hastada geçici rahatlama olur, fıtık üzerine bir etkisi olmaz.
Yanlış: Fizik tedavinin yapıldığı yer çok önemlidir.
Doğru: Fizik tedavinin yapıldığı yerin önemi vardır, ama yakınlığı çok daha önemlidir. Hastanın fizik tedaviden sonra üşütmeden, yorulmadan eve gitmesi gereklidir.
Yanlış: Fizik tedavi esnasında ağrı olursa bırakılmalıdır.
Doğru: Fizik tedavinin özellikle ilk üç gününde ağrıların artması normaldir, sabırla devam edilmelidir.
Yanlış: Fizik tedavinin etkisi ancak birkaç ayda belli olur.
Doğru: İlk on seans sonucunda hastanın ağrılarında bir gerileme olmuyorsa, fizik tedaviyi sürdürmenin bir anlamı yoktur. Bir sonraki tedaviye geçilmelidir.
Yanlış: Mesai saatleri içinde fizik tedavi yapılabilir.
Doğru: Fizik tedavi bitiminde mutlaka yarım saat-kırk beş dakika uzanıp, ondan sonra normal yaşama devam edilmelidir.
Yanlış: Bele iğne yapılması bel fıtığını yok eder.
Doğru: Bele iğne yapılması hastanın ağrılarını geçici olarak yok eder, tamamen geçirmez. Yapılacak kortizonun birçok yan etkisi olduğu unutulmamalıdır.
Yanlış: Bel fıtığı ameliyatı çok risklidir, hastaların çoğu ya sakat kalır ya da kısıtlı bir yaşam sürdürmek zorunda kalır.
Doğru: Mikrocerrahi ile ve iyi bir beyin cerrahı tarafından yapılan bel fıtığı ameliyatlarının sakat kalma, felç olma gibi bir riski yoktur. Ameliyat hastanın daha rahat hareket edebilmesi için yapılır, onun hareketlerini kısıtlamak için değil.
Yanlış: Bel fıtığı ameliyatlarında hasta mutlaka narkoz almak zorundadır.
Doğru: Artık epidural anestezi ile hasta uyumadan da ameliyat yapılabilmekte, hastalar ameliyat sırasında sohbet edebilmekte, ayaklarını oynatabilmektedir. Bu yöntem sayesinde ameliyat sonrası uyanamama, bulantı, kusma gibi sorunlar oluşmamaktadır. Hasta ayağını oynatabildiği için ameliyat sırasında güç kontrolü de yapılabilmektedir.
Yanlış: Bel fıtığı ameliyatından sonra en az üç ay seyahat edilmez, araba kullanılmaz.
Doğru: Bel fıtığı ameliyatından sonra hastanın tatile veya bir seyahate çıkması istenilen bir durumdur. Hasta uçakla veya trenle ameliyatın ertesi günü, arabayla veya otobüsle ameliyattan iki gün sonra uzun yolculuğa çıkabilir. Ameliyattan bir hafta sonra tatil yapabilir, eğer İstanbul trafiği gibi çok stresli bir yerde değilse araba kullanabilir.
Yanlış: Bel fıtığı ameliyatından sonra cinsel güç azalır, zaten ameliyattan sonra en az üç ay cinsel perhiz uygulanmalıdır.
Doğru: Bel fıtığının varlığı cinsel gücü azaltır, onun ameliyatla alınması zamanla kaybolanları geri döndürür. Ameliyat sonrası cinsel perhiz ise sadece on günlüktür.
Yanlış: Ameliyat sonrası futbol, kayak, tenis gibi sporlar bir daha yapılamaz, denize girilemez.
Doğru: Ameliyattan bir hafta sonra deniz ve havuz tedavi için yararlı girişimlerdir, yürüyüş ve yüzme hastanın normal yaşama dönmesini hızlandırır. Zıplayıcı sporlar iyileşmeyi geciktirdiği için iki ay süreyle yasaklanır, sonra spor öncesinde iyice ısınmak kaydıyla serbest bırakılır.
Yanlış: Sadece bel ağrısı belirtisi olan bel fıtığında ameliyat olunmalıdır.
Doğru: Bel fıtıklarının %90’ı ameliyatsız iyi edilebilmektedir. Sadece bel ağrısı veya uyuşma için ameliyat yapılamaz.
Yanlış: Bel ve bacak ağrımız varsa öncelikle ortopedi, nöroloji veya dahiliye uzmanına başvurmak gerekir.
Doğru: Bel ve bacak ağrımız varsa öncelikle beyin cerrahisi uzmanına başvurmak gerekir.
Tüm hüzzamlar gibi derin hüzünlere salan, aklını, yüreğini alıp uzak iklimlere, uzak mevsimlere götüren, kısacık haliyle devleşmiş şarkılardan…
Dinledikçe hüzünlendim, hüzünlendikçe dinledim…
Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.
Ömrüm, seni sevmekle nihayet bulacaktır.
Yalnız senin aşkın ile ruhum solacaktır.
Son darbe-i kalbim yine ismin olacaktır.
Yalnız senin aşkın ile ruhum solacaktır…
Kızılderililere özel bir merakım olduğunu söylemiştim kendimden bahsederken. Evrene bakışları, yaşam felsefeleri, olayları yorumlama şekillerindeki fark öyle barizdir ki; haklarında öğrendiğim her yeni şeyde hayranlığım bir kat daha artar. Biz insanoğlunun yoketme dürtülerinin tatmini için ille de kötü olması gerekmiyor birşeylerin, bizden farklı olması yetiyor maalesef… 🙁
Her okuyuşumda yüreğimin derinliklerine kadar inen bir sızıdır; yaşamı boyunca doğayı anlamaya çalışan, 1871 yılında doğan Stoney kızılderilisi Tatanga Mani ya da Yürüyen Boğa’nın, yaşlılığında Kanada hükümeti tarafından Kızılderili halkının temsilcisi olarak çıkarıldığı dünya turunun duraklarından birinde, 87 yaşında, Londra’da yaptığı bir konuşmada, Kızılderililerin Yüce Ruh’la ve onun yarattığı doğa ile olan ilişkisini dile getirişi:
“Biliyorsunuz, dağlar her zaman taş binalardan daha güzeldir. Şehirde yaşamak, yapay bir varoluştur. Orada birçok insan, ayaklarının altında gerçek toprağı hiç hissedemiyor, saksıdakiler dışında bitkilerin büyüyüşünü göremiyor ya da caddelerin ışıklarından, geceleyin yıldızlarla süslenen büyüleyici gökyüzünü görebilecek kadar uzaklaşamıyor. İnsanlar Yüce Ruh’un yarattığı sahnelerden uzakta yaşadığında, onun kanunlarını da kolayca unutuyorlar.
Biz herşeyin yaratıcısı ve yöneticisi olan Yüce Ruh’la iyi geçiniyorduk. Siz beyazlar bizim vahsi olduğumuzu sandınız. Bizim dostlarımızı anlamadınız, anlamaya çalışmadınız. Biz güneşe, aya ya da rüzgara övgüler düzerken, siz bizim putlara taptığımızı söylediniz. Hiç anlamadan, yalnızca bizim tapınma şeklimiz sizinkinden farklı diye, bizi kayıp ruhlar olarak nitelediniz.
Biz Yüce Ruh’un eserlerini herşeyde görürdük; güneşte, ayda, ağaçlarda, rüzgarda ve dağlarda. Bazen bunlar aracılığıyla ona yaklaşırdık. Bu, çok mu kötüydü? Bence biz, yüce varlığa, bize putperest diyen beyazların çoğundan daha güçlü bir imanla, gerçek bir inançla bağlıyız. Doğaya ve doğanın yöneticisine yakın yaşayan Kızılderililer, karanlıkta değildir.
Ağaçların konuştuğunu bilir miydiniz? Evet, konuşurlar. Birbirleriyle konuşurlar, kulak verirseniz sizinle de konuşacaklardır. Asıl sorun, beyazların dinlememesidir. Kızılderilileri dinlemeyi hiçbir zaman öğrenemediler, bu yüzden doğadaki başka sesleri dinleyeceklerini de hiç sanmıyorum. Oysa ben, ağaçlardan çok şey öğrendim; bazen hava, bazen hayvanlar, bazen de Yüce Ruh hakkında…”
Uzun bir aradan sonra yeni yüzüyle kocaman, sımcıcak bir gülümsemeyle karşıladı beni sitem 🙂 Ben çok beğendim bu halini, çok da içime sindi. Epey değişiklik var, eskisinden çoook daha güzel oldu bence. “Kendi sitene bu kadar övgü de pes doğrusu!” diyenlere, “e buyurun, ulaşmalı diye yeni bir bölüm de ekledik, yazın, ulaşın, fikirlerinizi paylaşın o zaman…” derim ben de 🙂
Önemli dipnot: Canım benim, çok yoruldun, çok uğraştın, emeğine, yüreğine, sabrına, sevgine sağlık! Sağol ve hep var ol olur mu?
Dün doğduğum gündü, hayatım boyunca hiç bu kadar sevmemiştim o günü! İyi ki doğmuşum, iyi ki doğmuşsun, iyi ki hayatımdasın canım sevgilim… Günümü özelleştirmek adına yaptığın herşey için çok teşekkürler! Seni seviyorum…
Şebnem Ferah’ın şarkısını dinlerken aklıma geldi, beğenip sakladığım maillerimin arasındaki bu yazıyı yeniden okumak. Hatta okumakla yetinmeyip, paylaşmak… Uzunca bir yazı ama insanın ayırdığı zamana kesinlikle değer 😉
Efendim, ilgili şarkı eşliğinde okumak kesinlikle daha keyifli olacak diye düşündüm, e buyurun 😉
Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.
“Birinin kadını olmak istiyorum… Başka hiç kimse tarafından dokunulmamak, konuşulmamak, bakılmamak hatta!
Biraz korunmak, biraz şımarmak…
Birkaç çeşit yemek yapmak, sıkı sıkı elini tutmak, belki film izlemek ama mutlaka çekirdek çitlemek, bir yerlerde çay içmek, pazar sabahı kahvaltısı etmek uzun uzun, sahilde yürüyüş yapmak gibi küçük ama zor heveslerim var…
Neden mi?
Herkesin eli tutulmaz,
herkesle film seyredilmez,
herkesle çekirdek çitlenmez,
herkesin kadını olunmaz da o yüzden!
İçinden gelmeli…
Hücrelerine kadar hissetmeli, dna’larına kadar bilmeli insan!
Düşünerek emin olunmaz, bir anda ya olunur ya olunmaz.
Bir de şu yakın geçmiş duvarları olmasa, kafa da hiç karışmaz ya, olsun!
Oysa bazen tek bir söze ya da bir bakışa yıkılır bütün duvarlar…
Kek yapmayı da öğrenmek lazım aslında bir ara!
Sabahları uyandığımda “günaydın sevgilim!” mesajları görmek istiyorum telefonumda. Gün içinde özlediğim birisi olsun istiyorum. Özlemek istiyorum birini! Çok özlersem dayanamayıp gidip sarılmak istiyorum. Dayanamamak istiyorum!
Çalışırken düşünmek istiyorum sonra onu! Aklımda olduğu için gülümsemek istiyorum ara ara… Gülümsediğim için daha çok çalışmak…
Birini sevmek istiyorum; hiç kimseyi sevmediğim gibi, biri sevsin istiyorum beni; hiç sevilmediğim gibi…
Biri o kadar çok sevsin ki beni; hatalarımı da sevsin istiyorum!
O kadar çok sevsin ki; hata yapmaktan ödüm kopsun!
Kıskansın istiyorum biri beni! Sorsun istiyorum “Neredesin?” diye, “Hımm kim aradı bakayım?” diye! Ben sormam ama, korkmasın. O sorsun!
“Biliyor musun ne oldu?” ile başlayan heyecanlı cümlelerimin sonuna kadar tahammül etsin istiyorum biri bana. Mutlaka ipe sapa gelmez birşey olmuştur ama dinlesin sonuna kadar. Ya bir yavru kedi macerası ya da işte ona benzer bir şeyler olmuştur. Ben de her seferinde sanki bahçeyi kazmışım da hazine bulmuşum gibi heyecanla ve öneminin üzerine basa basa anlatırım ya, dinlesin işte. “Ya evet, çok mühim bir şeyler olmuş!” falan desin bir de sonunda…
Şimdi ben istesem, birinin elini tutup gezemem mi? İstesem benimle birlikte çekirdek çitleyip, aynı anda film seyretmeyi de başarabilecek birini bulamam mı bir arasam? Şimdi ben yalnız olmak istemesem, yalnız olur ve bunları da yazıyor olur muydum? Hiç sanmam!
Birinin elini tutmakla, “birinin elini sıkı sıkı tutmak” arasında çok fark var!
Ya tutarsın ya da tutmazsın ya da tutmuş gibi yaparsın işte…
Ben yapmam!
Bunu zaten bilirsin.
Kimin elini tutacağını yani.
Deneyerek bulmazsın.
Sadece bilirsin.
Bilmek!
Açıklaması yok.
Ve ben elini sıkı sıkı tutmayacağımı bildiğim hiç kimseyle sokakta yürümeyeceğim! Heyecanla ve özene bezene olmadıktan sonra, kimseye yemek yapmayacağım! Repliklerin bir anlamı yoksa, kimseyle film seyretmeyeceğim! Zaten çekirdeği unutsun bile, asla olmaz!
Birinin kadını olmak istiyor canım; biraz korunmak, biraz şımarmak…
Çekirdek, mutlaka olsun!”
-Alıntı-
Bunların hepsini yapabildiğim bir sevgilim var ya, varsın artık dursun dünya 🙂
Arama
Özlem Pehlivan
12 Ocak doğumlu, sevimli bir oğlak burcu kadını...
Okumayı çok seviyor. Günde 50-100 sayfa okumadan rahat edemiyor. Başucunda en az 3-4 kitap var. Okumayı sevdiği kadar yazmayı da seviyor, değer verdiği ve yüzünü güldürebilen herkese sürekli yazıyor...
Facebook Sayfası
Kategoriler
- Blog 89
- Butik Pastalar 36
- Tarifler 135
- Atıştırma 68
- Balık 5
- Börek 12
- Çorba 2
- Et & Tavuk 20
- Hamur İşi 25
- İçecek 1
- Kahvaltı 27
- Kek & Kurabiye 17
- Kısa Kısa & Püf 1
- Makarna & Pilav 9
- Reçel & Turşu & Zeytin & Sos 10
- Salata & Meze 20
- Sebze 19
- Tatlı 25
- Yöresel & Dönemsel 12
- Zeytinyağlı 10