Bugünün tarifi yok, birine hayat vermenin, birini dünyaya getirmenin ne demek olduğunu anlatabilecek kelimeler henüz bulunamadı…
Bebeğim; iyi ki geldin, iyi ki girdin yaşantımıza, hoşgeldin, hep hoş bul, hep hoş yaşa…
Düğündü dernekti derken, bir çırpıda gelip geçiverdi zaman, keyifle 🙂 Kaç ay geçti üzerinden, yeni yaşama alışamadan daha, yepyeni başka bir yaşam gelip yerleşiverdi hayatımızın orta yerine, davetsiz, plansız, programsız. Epey de sıkıntılı günler yaşattı bana sağlık açısından, epey yordu, zorladı, hala zorluyor. İnsan sağlığı kötüyken, bunu yaşatana bu kadar mı müsamaha gösterir, bu kadar mı memnun olur olumsuz durumundan? Olur, oluyor. Eğer tüm bunları yapan, kocaman, zorlu hayata minicik yüreğiyle tutunmaya çalışan, senin kanından, canından bir cansa, öyle de güzel oluyor ki anlatamam 🙂
Dedim ya işte; henüz evliliğe alışamadan bebeğimize alışmaya çalışıyoruz 🙂 Balayı bebeği bizimkisi; mutlu, çoook mutlu bir bebek olacak, aşk bebeği olacak 🙂 13.haftamızdayız, davetsiz olduğu halde, bu kadar keyifle beklenen misafirimizle birlikte.
Miniciğim, seni gördüm; parmak insanım benim, inanılmazsın, mucizemsin! Ağlatırken güldürdün, güldürürken ağlattın beni; bitmek bilmeyen taklalarınla, o minicik ellerinin, ayaklarının mucize kımıldanışlarıyla. 🙂
İyi ki varoldun, iyi ki hiç beklemeden pat diye girdin hayatımıza! 🙂 Sevinçle, umutla, mutlulukla, heyecanla, birbirine geçmiş tüm duygularla, en çok da merakla bekliyoruz seni; yolun başındasın daha ve o yol uzun, zahmetli. İyi yolculuklar bebek, bebeğim, güle güle gel e mi? 🙂
Tüm dünyadaki Lost, bizim evde Kost’tur, sevgili sevgilim sayesinde 🙂 İşte bu Lost-Kost’un finaliyle ilgili hissiyatım çok fena; dağarcığımda içimdekini tam karşılayabilecek bir kelime, cümle yok…
120 bölüm, 6 yıl, kısacık insan ömründe fazlaca uzun bir zaman. Bu kadar içinde olduğum, bu kadar içimde olan bir yaşayışın finali böyle olmamalıydı. Dolu dolu yaşanan zamanlara, sıradan bitişleri yakıştıramaz ya insan hani, işte öyleyim. Sevdiğim, çok sevdiğim birini hem zamansız hem de saçmasapan bir sonla yitirmiş gibiyim…
Evde, sokakta “çıkıçıkıçık, çıkıçıkıçık” sesini en doğru kim çıkaracak yarışmaları yapan, bitecek korkusuyla son sezonu izlemekten itinayla kaçınan, taaa en başından kendine bir karakter seçmiş, güncel yaşamında onunla kolkola yaşayan, ona akıllar veren, onunla ahlayıp oflayan, onunla gözlerinin içi gülen, yakılan minicik bir ateşte o devasa, gizemli kara dumanı imgeleyip, onunla savaşan, ya da ondan nasıl kaçılırın planlarıyla kafa patlatan insanlarla dolu çevrem.
Bir sürü soru, onca dallandırıp budaklandırılıp sonunda toparlayamamayla havada asılı kaldı. “Eee bu ne şimdi, bu mudur yani?” bakışı yapışmış, kocaman hayal kırıklığına sahip, anlamı boşalmış suratımla kalakaldım ekran başında. Onca yılımı senaristlerin o beynime kazıdıkları sorulara, kendimce ikna edici yanıtlar arayarak geçirdim. İzleyen herkesle, yakaladığımız farklı noktaları birleştirip ne senaryolar ürettik. Ve çok üzülerek söylüyorum ki; benim, bizim, bazılarında saçmalamanın tavan yaptırdığı senaryolarımız bile çok daha iyi, çok daha yukarıda bir finalle bitiyordu.
Dediğim gibi; çok sevdiğim birini saçmasapan bir sonla yitirmiş gibiyken ruh halim, yapımcılar işin kolayına kaçarak epik bir son hazırlamışlar, ceplerini doldurdular vs. şeklinde olumsuz düşünmemeye çalışıyorum; altı yılda yaşattıkları heyecanın hatırına…
Ah bu düğün dernek işleri ne keyifli ve ne zor… Keyfi, heyecanı olmasa zaten kimseler yapmazdı sanırım. En zoru en başta bitti; gelinliğim hazır 🙂 Privenuptia’dan aldık gelinliğimi, peri kızı gibi hissettirdi bana kendimi, o kadar benimsedim, o kadar sevdim ki anlatamam.
Davetiyeler ve nikah şekerleri epey uğraştırdı bizi, hep zor bulunanları hatta hiç olmayanları beğendik ve inat ettik 🙂 Neyse ki; istediğimize yakın, yine gönlümüze sinecek şekilde hallettik ikisini de. Aa bi de gelin ayakkabıları vardı kriz olan 🙂 Koskoca şehrimde, “Budur!” diyebileceğim birşey bulamadım haftalarca. En sonunda, taaaa İstanbul’dan özel siparişle ayakkabı getirtildi 🙂
Uzun lafın kısası, herşey hazır bugünlerde, ufak tefek birkaç detay kaldı. Heyecan, hala varla yok arası, hala sanki bir başkasının düğününe konukmuşum edası var üzerimde 🙂
Az kaldı az, çok az hem de 🙂
Dün Cumartesi olunca malum, birazcık erken çıkıyorum işten. Sürekli “Hadi çık artık, hiçbir yere uğramadan eve gel!” şeklindeki aralıksız sevgili tacizleri sonucunda, neler olduğuna anlam veremeden uçar gibi eve gittim. Kapıyı açtığımda hayatımın en özel anlarından biri karşıladı beni, kusursuz hazırlanmış bir sürprizin sonunda yaşamın belki de en önemli cümlelerinden biri vardı; “BENİMLE EVLENİR MİSİN?” 🙂 🙂
Tüm ifadelerin karmakarışık durduğu suratımla bakınırken şaşkın şaşkın, neden sonra sevgilim geldi aklıma, başımı çevirdiğimde arkamda durup sürprizini, beni sessizce izleyen adama, sevdiğim o koca yürekli kocaman adama hem gülüp, hem ağlayarak sımsıkı sarılıp verdim yanıtımı; “EVET, EVET, EVET, SONSUZA KADAR, SONSUZLUK KADAR EVET!!!”
Bu sevgililer günü daha bir sevgiliyim yani sizin anlayacağınız, daha bir güzelim, daha bir kadın, daha bir sevdiği adama ait olan… Çok güzel birşey bu, sen çok güzelsin, ben çok güzelim, güzel olmak yetmez, muhteşemiz 🙂 Sağolasın sevgili, çok çok çok yaşa e mi 🙂 🙂 🙂
***Yaza düğün vaaaaaaaarrrr 😉 🙂
Doğduğum gün, bugün 🙂 Dün akşamdan başladı canım sevgilim kutlamalara, üstelik de neredeyse yurt genelinde 🙂
Akşam iş çıkışı kandırdı beni önce, gelip aldı beni ofisten, “İşle ilgili birşeyler almam lazım, alışveriş merkezine gitmemiz gerek” diye. Atladık arabamıza gittik, doğruca saat mağazasına götürdü beni, “Seç bakalım!” dedi kocaman gülümseyerek delim benim 🙂 Çok şaşırdım! Çok beğendiğim, favorilerime kaydettiğim bir saat vardı arada bir açıp baktığım, onu aldı bana 🙂 Evimize geldik, yemeğimizi yedik, bulaşıktı, ortalık toplamaydı, ertesi günün yemeğini hazırlamaktı derken, zaman gece yarısını vurmadan biraz önceydi, güzel demlenmiş çayımızı yudumlayarak yorgunluğumuzu atma keyfini yaşamamız…
Televizyonun karşısında, sıcaklığın tam da üstüne denk geldiği koltuğa uzanmış, hafiften de mayışmışkendi; odanın kapısının açılıp, ellerinde mumları yakılmış bir pasta eşliğinde iki büyük aşkımın ve canım arkadaşlarımın odaya dolmaları 🙂
Kocaman yürekli benim bütün sevdiklerim, herşey için hepinize teşekkür ederim 😉 En çok da, tüm bunları beni mutlu etmek adına planlayan canım sevgilime; ben, zaten çok çok çok mutluyum, hayatımın en güzel zamanlarını yaşıyorum ve tüm bunlar için yanımda olman, varolman yetiyor bana ama yine de bunca emek, bunca çaba için sonsuz teşekkürler bitanem…
Nice böyle huzurlu, mutlu yıllara,
Seni çok seviyorum ey sevgili 😉
*Kutlamalar hala devam ediyor, face den, forumdan (www.akdenizliyiz.com) yazan tüm canlara selam olsun!
Sevgilimin kutlama mesajındaki meleğe bayıldım, e bu konuya da o resim yakışırdı doğrusu diye yazıma ekleyiverdim 😉
Yağmur, neden hep hüzündür? En mutlu gününde de olsan, en mutlu sabaha da uyansan, yağmur varsa; hüzün kokar her yerin… Dalıp dalıp gidersin uzaklara, tüm yaşanmışlıklar ve yaşanamayanlar geçit törenindedirler yine, birinin ardından hemen bir diğeri gösterir kendini, yüzleri sana dönük ve sen en öndeki yerinden izlersin, yüzünde adını koyamadığın ifadenle…
Pencerene resim çizersin, yapacak başka hiç bir şey kalmamış, bulamamışsın gibi… Yağmurlar dinip, camdaki buharlar gittiğinde, yitip gideceğini bilirsin çizdiklerinin, her yeni buharda, kaybolanların yeniden sana, pencerene döneceğini bildiğin gibi…
Ağlarsın, neye olduğunu bile bilmeden, sebepsizce… Söyleyecek söz bulamaz, içinden geçen eskimiş kelimelerinin yerine bedenini, ruhunu avutacak yeni kelimeler düşlersin…
“Yağmur bitse…” dersin, “Yeniden güneş açsa tüm pencerelerimde… Kelimelerim birikse, bir rüzgar esse, dağıtsa hüzün bulutlarımı şöööyle, özlediklerimi getirse…”
Yüreğinin hüznü, yağmurun getirdiklerinden ağırdır hep ama umutsuzca güneşin açmasını beklemek kadar sancılı değildir hiçbir zaman, bilirsin… Bilirsin aslında senin güneşinin sana bağlı olduğunu, ancak sen istediğinde doğacağını, sadece senin iklimine yükseleceğini ama güneşe yüklenmek daha kolay gelir, bildiklerini kendine itiraf etmekten, kendi kendine sarılıp, hüznünü teselli etmekten… Sen görmek, sen bilmek istemezsin, çünkü; yağmuru, içten içe damlalarını sızdırmayı seversin, hüznü seversin…
Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.
Aç pencerelerini nefes al; toprağın, hayatın kokusunu çek ciğerlerine, hüznü yağmura yükleme ya da hüzünlenmek için yağmuru bekleme 😉
Arama
Özlem Pehlivan
12 Ocak doğumlu, sevimli bir oğlak burcu kadını...
Okumayı çok seviyor. Günde 50-100 sayfa okumadan rahat edemiyor. Başucunda en az 3-4 kitap var. Okumayı sevdiği kadar yazmayı da seviyor, değer verdiği ve yüzünü güldürebilen herkese sürekli yazıyor...
Facebook Sayfası
Kategoriler
- Blog 89
- Butik Pastalar 36
- Tarifler 135
- Atıştırma 68
- Balık 5
- Börek 12
- Çorba 2
- Et & Tavuk 20
- Hamur İşi 25
- İçecek 1
- Kahvaltı 27
- Kek & Kurabiye 17
- Kısa Kısa & Püf 1
- Makarna & Pilav 9
- Reçel & Turşu & Zeytin & Sos 10
- Salata & Meze 20
- Sebze 19
- Tatlı 25
- Yöresel & Dönemsel 12
- Zeytinyağlı 10