Kendi cenazenize katıldığınızı farzedin… Bu yöntem bazılarına biraz ürkütücü gelebilir ama bize hayatımızda neyin önemli olduğunu hatırlatmak bakımından son derece etkilidir.
Şöyle bir geriye baktığımızda, geçmiş yaşamımızda ne kadar gergin olduğumuzu anlayıp, buna hayıflanırız. Dünyanın hemen her yerinde ölüm döşeğindeki insanlar geçmiş yaşamlarına baktıkları zaman, önceliklerinde yanlış sıralama yaptıklarını düşünüp, “Keşke farklı olsaydı…” derler. Pek az istisna dışında herkes, ufak şeyleri dert ettiğine pişman olur. Bunun yerine, gerçekten sevdikleri insanlara ve etkinliklere daha çok zaman ayırmış olmayı dilerler. Oysa dikkatli bir gözlem altında hiç de önemli görünmeyen konularda ne çok zaman harcamışlardır.
Kendi cenazenize katıldığınızı hayal etmek size; hala fırsatınız varken, geride kalan hayatınıza bir bakıp, önemli değişiklikleri yapma fırsatı verecektir.
Biraz ürkütücü ve acıklı da olsa, hala yaşıyorken, ölümünüzü düşünmek yararlıdır. Bunu yapmak size; nasıl bir insan olmak istediğinizi ve sizin için gerçekten en önemli önceliklerin ne olduğunu hatırlatır. Eğer birazcık olsun bana benzeyen bir insansanız, bunu yapmak size yaşamınızı değiştirecek mükemmel bir uyarı olacaktır…
Dr.R.Carlson
Kendinize sormanız gereken en önemli sorulardan biri şudur; “Haklı olmak mı istiyorum, yoksa, mutlu olmak mı?” Çoğu zaman aynı anda ikisi birden mümkün değildir.
Haklı olmak ve iddialarımızı savunmak hem muazzam miktarda zihinsel zihinsel enerji tüketir, hem de yaşamımızdaki insanlarla aramızda mesafe yaratır. Haklı çıkma ihtiyacı ya da başkasının hatalı olduğunu kanıtlama arzusu, çevremizdeki insanları sürekli savunmada olmaya yönelteceği gibi, bizi de baskı altında tutar. Buna rağmen çoğumuz (arasıra ben de), kendi doğrularımızı ya da başkalarının yanlışlarını kabul ettirmeye çalışarak zaman ve enerji tüketiriz. Birçok insan farkında olarak ya da olmayarak başkalarına hatalı olduklarını kanıtlarlarsa, onların bunu minnetle karşılayacağını ya da en azından birşeyler öğreneceklerini sanırlar. Bu çok yanlış bir inançtır.
Bir düşünün: Bugüne dek hiç, haksız olduğunuz söylendi ve siz bunu söyleyen kişiye “Sen haklısın, bana haksız olduğumu gösterdiğin için çok teşekkür ederim.” dediniz mi? Ya da tanıdığınız bir kimse, hatasını düzelttiğiniz için veya haklı çıktığınız için size teşekkür etti mi? Bırakın teşekkürü, bunu hiç kabul etti mi? Elbette etmemiştir.
İşin gerçeği şudur: Hepimiz düzeltilmekten nefret ederiz. Hepimiz öne sürdüğümüz savlara başkaları tarafından saygı gösterilmesini ve bunların anlaşılmasını isteriz. İnsanların en büyük arzularından biri; başkaları tarafından dikkatle dinlenmektir. Ve dinlemeyi bilenler, herkez tarafından en çok saygı ve sevgiyi görürler. Karşılarındaki insanı ikide bir düzeltme alışkanlığı olanlarsa, pek sevilmezler ve herkes onlardan kaçınmaya bakar.
Bütün bunlar, ‘haklı çıkmak hiçbir zaman uygun değildir’ anlamına gelmez; insanın gerçekten haklı çıkması gerektiği ve istediği durumlar da vardır. Irkçı bir yorumla karşılaştığınız zaman olduğu gibi, hiç ödün vermek istemeyeceğiniz ilkeler olabilir. Burada, düşündüklerinizi açıkça söylemek önemlidir. Ama çoğu zaman insanın egosu öne çıkar ve kavgasız geçebilecek bir konuşmanın niteliğini bozar. Bu, ille de haklı çıkma isteğinden ve ihtiyacından kaynaklanır.
Daha geçimli ve daha sevecen olmanın en güzel yolu; haklı çıkmanın zevkini ve süksesini başkalarına bırakmaktır. Düzeltme huyunu bırakın. Bu huydan vazgeçmek ne kadar zor gelse de, emin olun, çabanıza değecektir. Birisi size, “Bence en önemli şey…” diye başladığında, hemen onun sözünü kesip, “Hayır, en önemlisi şudur…” veya buna benzer yüzlerce sözlü düzeltme yapmak yerine, bırakın karşınızdaki insanın yorumu öyle kalsın. Böylece çevrenizdeki insanlar size karşı daha az savungan, daha çok sevgi dolu olacak, nedenini tam olarak anlamasalar bile, size karşı tahminlerinizin ötesinde bir beğeni duyacaklardır. Siz de, onların mutluluğuna tanık olup, buna katılmanın bir ego çatışmasından çok daha tatmin edici olduğunu keşfedeceksiniz. En temel ilkelerinizden ve yüreğinizde biçimlenen fikirlerden ödün vermeniz şart değildir, ama bugünden başlayın ve bırakın çoğu zaman başkaları “haklı” oluversin… 😉
Dr.R.Carlson
“…1827 yılında Almanya’nın Brandenburg kentinde Karl adında bir çocuk dünyaya gelir. Babası müzik öğretmeni olan Karl, aile içinde başgösteren huzursuzluklardan dolayı, bir Fransız yetimhanesine gönderilir. Daha sonra gemilerde miço olarak çalışır. Hamburg’tan kalkan bir gemiyle İstanbul’a giderken, henüz 12 yaşındadır. Gemi İstanbul’a geldiğinde denize atlayan Karl, Kız Kulesi’ne yüzerek kaçar. Kendisini kurtaran Kız Kulesi’nin bekçisine, gemiye geri dönmek istemediğini söyler. İki ülke arasında küçük bir politik sorun yaşanır ama Osmanlı Sadrazamı Ali Paşa, sorunu çözer ve Karl’ı korumasına alır. Karl, ‘Mehmet Ali’ adını alır. Mehmet Ali, Kırım, Bosna ve Karadağ savaşlarından sonra, 2. Abdülhamit döneminde ‘paşa’ ünvanını alır.
Mehmet Ali Paşa, 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması’nda Osmanlı’yı temsil eden üç kişiden biri olur. Almanca, Fransızca, Yunanca, Farsça ve Arapça dillerinde şiirler yazan Mehmet Ali Paşa’nın, dört kızı olur. Paşa’nın Leyla adındaki kızının da bir kızı olur; Celile. Celile, bir erkek çocuk doğurur: Şair Nazım Hikmet! Görüldüğü gibi, Karl’dan Nazım’a uzanan hikayenin gösterdiği gibi, Kız Kulesi’nin her zaman hikayeleri vardır. Eğer Kız Kulesi Karl’ı kurtarmasaydı, Nazım olmayacaktı…” Sunay AKIN
Her okuyuşumda kendimi, “Var mıdır böyle, kalmış mıdır ayacıklarını yıkayayım diyen bir erkek… Ya da ne kadınmış ki gelen; odası bir anda çayır çimen olur, hürriyet gibi aydınlık olur…” diye düşünmekten alıkoyamadığım, en sevdiğim şiirlerindendi öteden beri… Nazım’ı sevdim oldum olası ve kelimelerini. Şimdi daha çok anlamlı Nazım’a dair sevdiğim her kelime, gözlerini gözlerime kilitleyip “Hoşgeldin Kadınım…” diye başlayan ve her defasında hiç bitmesin istediğim o inanılmaz satırları sevgilimden dinliyorum çünkü her gün uyandığımda, uyuduğumda ve yine uyandığımda… Eksik kalan yanım kaç kez tamamlandı kimbilir, Nazım’ın kelimeleri senin ağzından döküldükçe… Hoşbuldum erkeğim, çok hoş buldum…
Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.
Hoşgeldin kadınım benim, hoşgeldin!
Yorulmuşsundur;
Nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını,
Ne gül suyum, ne gümüş leğenim var!
Susamışsındır;
Buzlu şerbetim yok ki; ikram edeyim!
Acıkmışsındır;
Beyaz ketenli, örtülü sofralar kuramam,
Memleket gibi yoksuldur odam!
Hoşgeldin kadınım benim, hoş geldin!
Ayağını bastın odama,
Kırk yıllık beton; çayır çimen şimdi!
Güldün,
Güller açıldı penceremin demirlerinde!
Ağladın,
Avuçlarıma döküldü inciler…
Gönlüm gibi zengin,
Hürriyet gibi aydınlık oldu odam…
Hoşgeldin kadınım benim, hoşgeldin…
Nazım HİKMET
Akşam yemeklerinden sonra yürüyüş yaptığımız günlerde, molayı Cumhuriyet Meydanı yakınındaki Kahve Rüyası‘nda vermek alışkanlık oldu. Genelde kalabalık ama müşteri ve hizmet kalitesi iyi. Personel, kahve konusunda son derece bilgili, damak tadınızı anlamak adına sordukları minik soruların ardından önerdikleri tatları, gözünüz kapalı deneyebilirsiniz. Kahvenin yanında ikram ettikleri minik çikolata ve kurabiyeler güzel ama en çok da kaşık şeklindeki çikolatayı seviyorum ben, oradayken yemiyorum ama eve dönüş yolunda eriyene kadar elimde taşıyıp, parmaklarıma yapıştıra yapıştıra yemek, kahve keyfimin doruk noktası çünkü 🙂
Üzerine çikolata sos dökülüp ısıtılmış browni eşliğinde filtre kahve, benim favorim. Sevgilim, her seferinde farklı bir tat denemekte ısrarlı ve bu durumdan da son derece memnun görünüyor. Bu kez, kremalı, çikolatalı bisküvi pastası eşliğinde Mochaccino denedi, benim tercihim ise aynıydı yine; filtre kahve 🙂
Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama,
Yarım saat erkene kurulsun saatin…
Kedi gibi gerin,
‘Ohh ne güzel, yine uyandım!’ diye sevin..
Pencerini aç,
Yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al, derin derin…
Yüzüne su çarpma,
Adamakıllı yıka yüzünü serin serin…
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin,
Ona harcayacağın vakitte, bir dilim ekmek kızart!
Çek, kızarmış ekmek kokusunu içine,
Bak, güzelim kahvaltının keyfine!…
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
Önce sana güzel gelsin, aynadaki silüetin…
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile!
Sonra koş git işine,
Dünden, önceki günden,
Hatta daha da eskiden, yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohhh şöyle bir hafifle!…
Bir güzel kahve ısmarla kendine,
Seni mutlu eden sesi duymak için ‘Alo’ de!…
Hiç işin olmasa da, öğle üzeri dışarı çık,
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa…
Yürü, yürürken sağa sola bak,
Öylesine değil, görerek bak!
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından makas al…
Sonra, şöyle bir düşün; kimler sana yol açtı,
Sen çok darda iken, kimler seni ferahlattı,
Hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde, kimler kapını tıklattı?
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi, hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara,
Hatırlarını sor,
Öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor!…
Bu sadece onların değil,
Senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak…
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun…
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun..
Saklama tabakları, bardakları misafire!
Sizden ala misafir mi var bu dünyada?
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil,
Vazife yapar gibi hiç değil!
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi,
Eksik bıraktıklarını tamamlar gibi, tadına var akşamının…
Gece evinde dostların olsun,
Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun…
Arkadaşım, hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illaki sağlık olsun!…
Can YÜCEL
Bir haftadır bir türlü zaman ayıramadığımız filmi, Oscar’ a aday olduğunu öğrendiğimizde, tören öncesi kesinlikle izlemek, fikir sahibi olmak lazım düşüncesiyle, dün akşam izledik. Film bittiğinde Benjamin’den çok daha iyi olduğuna ve oyunculuk hariç, birçok ödül alması gerektiğine karar vermiştik biz sevgilimle zaten ve sabah gördük ki; yanılmamışız, geceye 8 ödülle damgasını vurmuş Slumdog Millionaire 🙂
Hayatla mücadelesine, Hindistan’ın Mumbai kentinin kenar mahallesinde başlayan bir çocuğun, zorluklar içindeki büyüme sürecini, bir aşk hikayesini de içine katarak, katıldığı bir yarışma programı çerçevesinde ele alan Slumdog Millionaire, en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi uyarlama senaryo, en iyi görüntü yönetmenliği, en iyi ses miksajı, en iyi kurgu, en iyi film müziği ve en iyi orijinal şarkı ödüllerine layık görülmüş. Biz de Kenan Işık’ın sunduğu Kim 500 Milyar İster (sonradan ismi değişti malum) yarışma programının, Hindistan uyarlamasıydı basit ama çok iyi işlenen anatema. Eğitimsiz, çok kötü şartlarda yetişen, çaycılık yaparak yaşamını sürdürmeye çalışan bir gencin, herkesin bildiği soruları bilemeyip, çok zor denebilecek soruları rahatlıkla bilerek büyük ödülü kazanan tek insan olmasının öyküsünün, o cevapların zor yaşamındaki keskin izlerinin geçmişe dönük kesitlerle anlatıldığı, son dönemlerde izlediğimiz en iyi filmdi…
Arama
Özlem Pehlivan
12 Ocak doğumlu, sevimli bir oğlak burcu kadını...
Okumayı çok seviyor. Günde 50-100 sayfa okumadan rahat edemiyor. Başucunda en az 3-4 kitap var. Okumayı sevdiği kadar yazmayı da seviyor, değer verdiği ve yüzünü güldürebilen herkese sürekli yazıyor...
Facebook Sayfası
Kategoriler
- Blog 89
- Butik Pastalar 36
- Tarifler 135
- Atıştırma 68
- Balık 5
- Börek 12
- Çorba 2
- Et & Tavuk 20
- Hamur İşi 25
- İçecek 1
- Kahvaltı 27
- Kek & Kurabiye 17
- Kısa Kısa & Püf 1
- Makarna & Pilav 9
- Reçel & Turşu & Zeytin & Sos 10
- Salata & Meze 20
- Sebze 19
- Tatlı 25
- Yöresel & Dönemsel 12
- Zeytinyağlı 10